Dolunayda durgun deniz…
Deniz gibi günler…bazen çekiliyor, bazen dalgalarla yükseliyor, ara sıra kayalara çarpıyor. Garip bir hüzün çöküyor üzerime zaman zaman. Dolunayda durgun sular gibi oluyorum. Özlediklerim var… cafelerde oturmak, alışveriş yapmak değil onlar. Daha önce hayatımda var olmayan şeyleri özlüyorum. Doğanın içinde sessizce yürümeyi özlüyorum. Uzun uzun yolları yürüyerek, usul usul aşmayı özlüyorum mesela. Çimlere uzanıp gökyüzüne, geçen bulutlara bakmayı özlüyorum. Bazen de neyi özlediğimi bilmeden özlüyorum bir şeyleri. Oğlumu özlüyorum.
Sheila Bender, dostum, mentorum. Onunla son 6 haftadır Zoom’da buluşuyoruz. O Amerika’nın batısında ben Istanbul’da, aramızda 10 saat, bir kıta, okyanus ve milyonlarca insan var. Yine de her Salı akşamı Istanbul saatiyle 8’de sadece ikimiz varız bir ekranda. Kederi yazmak üzerine yaptığı atölyeleri sanal ortama taşımak için video hazırlıyoruz. O anlatıyor, ben dinliyorum. Sonra videoları hazırlıyorum. Atölyenin her bölümünü mutlaka en az 8 defa dinlemiş oluyorum. Her defasında yeniden dinler gibi. Bir şiir okuyor Sheila, “Sesleniyorum..” diye başlıyor. 20 sene önce ölen oğlunu ondan alan dağlara sesleniyor, kara, ağaçlara sesleniyor, hastane odasındaki makinelere sesleniyor. Seslenmek, çağırmak yaşananları. Alıştırma güzel ama çok derine götürmez beni diye düşünüyorum. Sonra “otur yap” diyorum kendime. En basit gördüğüm alıştırmaların bana nasıl tokat attığını, nasıl iyi geldiğini, ruhumun bilmediğim kuytularından nasıl hatırlamadığım anıları çekip çıkarttığını, nefes aldırdığını ve doğru olmasına takılmadan ne kadar güzel yazdırdığını biliyorum aslında.
Defteri açıp yazıyorum…
Sesleniyorum…mavi
bir hastane odasına
polonyalı doktor kadına
annemin terliklerine
Sesleniyorum…duvarda
suluboya renkleriyle asılı
duran Masai savaşçısına
Annemin yasına
Sesleniyorum…öfkemize
hiç duymadığım çığlıklara
hiç görmediğim hüzne
Nijerya’da nerede olduğunu
bilmediğim o ufak
mezara
Sonraki günlerde hep yazıyorum. Hep sesleniyorum, hep çağırıyorum. Çağırdıkça deniz duruluyor, dalgası usul usul sahile akıyor.
Yazmak nerede, ne zaman, nasıl bıraktığımızı bilmediğimiz parçalarımıza seslenmek, geri çağırmaktır. Yaralarımızla, öfkelerimizle, coşkularımızla, kaygılarımızla, gidenlerimizle gelenlerimizle buluşmak, parçaları toparlamak, her halimizle tam olmaktır. Ruhunuzun biriktirdiği hikayelerin kapılarını açın, denizin sesini, kendi sesinizi duyun.
keder.. ayrılamamak… bağ… biten başlayan… kalan giden… ya bilmiyorum bu ara yine neler oluyor.. durgun suyun içinde de görmediğimiz nice dalga var..
İçime seslendi yazın….
Hüzün ve umut sentezi bir çağrı gibi …
Ara ara seslenmeli özlediklerimize.Cok iyi geldi yazınız.Annenin terlikleri, masai savaşçısi…
Okurken içim ılık ılık oldu. Ne iyi geldi. Senin yazılarını okurken bi kabulleniş uyanıyor içimde bir de kendin olma gücü.
“Ruhunuzun biriktirdiği hikayelerin kapılarını açın, denizin sesini, kendi sesinizi duyun. ” kalbime işledi. Biriken kederle ne yapacağını bilemeyene şifa gibi cümleler.
Sabahın yedisinde okuduğum satırlarını dün geceki hüznümle beklemiş gibiyim. Master’ın der ki: şifa her yerden gelir yeter ki kalbini aç. Kalemine yüreğine sağlık
Harikasınız…İnsan içini ancak yazarak yaşanılır kılıyor.Yoksa dalga seslerini nasıl duyardım az önce.Teşekkurler.
Okurken bende bazen cekildim, bazen dalgalandim, ara sira kayalara carptim. Deniz gibi…Kalemine saglik Yeşim. Muhtesem!
Ruhunuzun biriktirdiği hikayelerin kapılarını açın, denizin sesini, kendi sesinizi duyun. Ne kadar güzel bir cümle. Dinlemeye ilk kendimizden başlayalım. Biz bizi anlamazsak başkasının bizi anlamasını beklemeyelim. Harikasınız.