Sonbahar’a Benzemiyor

Babamı en son Maryland eyaletinde bir cami’nin gasilhanesinde gördüm. “Kefene sarmadan önce son defa görmek ister misiniz?” Yoldaydık, camiye gidiyorduk. “Valla isterim,” dedikten sonra hocaya ‘valla’ denir mi diye düşündüm. Dondurma ister misin sorusuna daha uygun bir yanıttı benimki sanki. “Bekletiyorum,” dedi hoca. Acelemiz mi vardı? Zaman bir süreliğine durmuş, tüm dengeler sarsılmış, yeni bir dünyanın eşiğinde duruyorduk. Kapattım telefonu. “Görmek ister misiniz?” Annem arkada oturuyordu. Ufacıktı. Başını salladı, hayır. Ablam “Ben isterim dedi.” Bir kaç yıldır ve özellikle babamın son bir kaç ayında her an yanında, her ihtiyacını karşılayan ablam.

Türkiye’de defnedilmek istemiş babam. Ölmeden önce anneme söylemiş. Maryland’daki camiinin altında bir oda gasilhane. Kayınvaldem öldüğünde Karacaahmet’teki gasilhaneye gitmiştim. Orası gibi değil. Aydınlık, pırıl pırıl bir oda. Hoca bizi kapıda durduruyor, arapça bir şeyler söylüyor. “Girerken bunu söyleyeceksiniz,” diyor. Boş boş bakıyorum. Anlamadığımı, bilmediğimi anlıyor. Türkçe söylüyor. Başımla onaylıyorum, tek kelimesini hatırlamıyorum. Yine de kapıdan girerken iyi şeyler söylüyorum. Tabutta duruyor babam. Önce başının tepesini görüyorum. Tabutun yanına geçip yüzüne baktığımda bırakıyorum kendimi. Gitti. O an anlıyorum. Tertemiz, uykuda gibi yatıyor. “Yanakları fazla kızarmış sanki” diyor ablam. Çıkıyoruz. Hoca’ya defalarca teşekkür ediyoruz. Bir çember kapanıyor.

Ertesi sabah tık tık tık sesiyle uyanıyorum. Derinden gelen ritmik bir ses. Oda karanlık. Sesi takip ediyorum. Gözlerim karanlığa alışıyor. Babamın saati komidinin üzerinde, saniye kolu tık tık atıyor, o çalışmaya devam ediyor. Sonra gözlüklerini görüyorum, sırtını kaşımak için kullandığı tahta el şeklindeki o aleti. Perdeleri aralayıp sabahın bu erken saatinde henüz uyanmamış sitenin sokaklarına, beyaz evlerine, yeni aydınlanmaya başlayan günün çimlere bıraktığı ışığa bakıyorum. Odadan çıkıp sessizce mutfağa gidiyor, kendime bir kahve yapıp bahçeye çıkıyorum. Ekim’in ortalarındayız ama hava hiç sonbahar’a benzemiyor.

Sonraki günler avukat ziyaretleri, eve başsağlığı dilekleriyle gelen dostlar, komşular, telefon görüşmeleri, resmi işlerin halledilmesi, mutfakta yığılan komşulardan gelen yemekler, evin her yerini renklendiren çiçekler, albümlerde dolaştığımız anılarla geçiyor. Sonra herkes kendi hayatına dönmek üzere ayrılıyor ve hayat bıraktığı yerden devam ediyor.

Aşık Veysel’in uzun ince yolunu, iki kapılı hanını çok severim. Onu düşünüyorum şimdilerde. Istanbul’dayım artık. Ağaçlar sararmaya başlasa da hala sonbahar gelmemekte inat ediyor sanki. 56 yaşındayım. Ne çok genç ne çok yaşlıyım. Geçenlerde Mine Söğüt’le Meltem Ersoy’un yaptığı röportajda Mine Söğüt “Yaşlı benim yaşlanmış halim, bir gencin, bir bebeğin yaşlanmış hali, yaşlı kendi başına bir şey değil ki…bir insanın yaşlı hali” demişti. Babamı düşünüyorum. Yaşlanmayı kabul edemeyişine nasıl kızdığımı, onu o kategoriye yerleştirip kendimi belki de rahatlatma isteğimi, kontrol edebilme arzumu. Sonraları o direnişin, o inadın her zaman babamın bir özelliği olduğunu fark edişimi, hayata nasıl bağlandığını, yaşamaya nasıl da doyamadığını, sonbaharı asla kabul edemeyişini düşünüyorum.

Zor bir nesilin çocukları onlar. Bir dünya savaşının arifesinde doğmuşlar ve dünya onlardan sonra çok büyük bir hızla değişmiş. Babam doğduktan 31 yıl sonra televizyon Türkiye’ye gelmiş. Darbeler, savaşlar, teknolojik gelişmeler, dönüşümler ve giderek artan bir hız, dünyayı belki de babamın önüne bir açık büfe gibi sermiş, hepsine dokunmak, her şeyi yaşama arzusunu kamçılamış. Hepsine bir ömür yetmemiş.

Istanbul’a döndüğümüz gecenin sabahında erken uyanıyorum. Kahvemi alıp balkonda ağaçlara bakıyorum. Sokaklar sessiz henüz. Köpeklerle çıkıyorum. Yavaş yavaş yürüyoruz. Her köşeyi kokluyorlar. Denize güneş vuruyor, ışıl ışıl, motorlar geçiyor. Çay bahçesinde sandalyeler düzeltiliyor, konuklara hazırlık yapılıyor. Yapılacak işlerim var. İki haftadır birikenler var. Koltuğa oturup ayaklarımı uzatıyorum, köpekler yanıma yatıyor. Bir Köpek Yılı adında bir film izliyorum. Zaman yavaşlıyor. Saatler saniyeleri saymaya devam ediyor, her tıkla bu dünyadaki süremiz azalıyor. Tık tık tık…yavaşlıyorum. Dışarıda yapraklar sararıyor, ağaçtan usulca kopup toprağa kavuşuyor.

Yeşim
Ekim 2020

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
15 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
ebruguman güman
Active Member
24/10/2020 21:39

Hayat çoğalarak,eksilerek,hatıralarla devam ediyor,uğurlamak zor sevdiklerini,sabırlar dilerim,Yeşim Hocam
Nur içinde uyusun Babanız,Mekanı cennet olsun

Nilgün Türkileri
Member
24/10/2020 18:42

Ölüm karşısında böyle sakin ve metanetli olmanız beni etkiledi. Başınız sağolsun Yeşim hocam.

Zeynep Balcı
Trusted Member
24/10/2020 18:18

Acının içinde yürümek, kaçmadan yüzleşerek. dinginliğin bana da geçti, huzurun beni de sardı canım arkadaşım. Başın sağolsun.

nur hayat
Noble Member
24/10/2020 18:01

Cebimde, içinizdeki acıya merhem olacak kelimelerim olsaydı hemen çıkarır verirdim…

Hülya Biyan
Trusted Member
24/10/2020 17:53

Sanırım ben de kabul edemeyeceğim yaşlanmayı. Bi yer de okumuştum parmaklardan kalbe ve beyne giden sinyaller varmış. Parmaklar aşkla çalışırsa insan yaslanmazmis. Ruhu gençkalanlardan olmuş ne mutlu. Çokça sarıldım. Işıklar içinde uyusun.

Hatice Özlem Toker
Noble Member
24/10/2020 17:38
Handan Kılıç
Noble Member
24/10/2020 17:36

Çok sonbahar sesli bir akış , Allah rahmet eylesin…

Dilek Metinoğlu
Member
24/10/2020 17:26

❤️Yaşlanmayı kabul edemeyişler ve gidişler…

Gizem Ardıç
Noble Member
24/10/2020 17:18

❤️

Melike Pehlivan İşler
Noble Member
24/10/2020 17:03

“zor bir neslin çocukları” olmaları gerçeği ne kadar doğru ve dolu bir tespit Hocam. Yerinde dinlensin….

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz