AkıtmaRomanda Bugün

Bundan tam elli hafta önce yazmışım aşağıdaki satırları. Sonra Yeşim’le bloga eklemekle ilgili bir yazışma geçmiş aramızda ve öylece kalmış. Unutmuşum. Geçen hafta Nur hatırlattı blogumuzu ve güzelliğini. Bu sabah, Sabah Sayfası yazmaya gelen kıymetlilere akıtmaromandan, geleni yazmaktan söz edince ekle gitsin dedim n’olcak.
Böyle.

31 Ağustos 2021
23 Muharrem 1443
31 Ağustos 1437
Salı

Deftercim deftercim canım deftercim gün gün yazsam sana roman olsan.
Adam sen de
olsan ne olmasan ne
sanırım mürekkep ucunda kurumuş
kalemcim kalemcim seni nasıl saklamalı bilmem, hemen donuyorsun.
Zeytin peynir içimde zıplıyor.
Ne diyordu Madenci’nin babası, “Aklımı güveler yedi.“
Okurken, sadece okurken hayran kalırdım bu benzetişle anlatan dimağa. Sadece okurken yanlış oldu ama burada. Okurken ve yazdıklarımı sadece ben görürken olmalıydı doğru cümle girişi. (Kalemi neden bu kadar sıkı tutuyorum ve bastırarak yazıyorum? Elim ağrıdı. Yoruyor bu kadar sıkı tutarak yazma/yaşama uğraşı insanı. Sonunda aklını güvelerin usul usul silişine emanet edeceksen amenna da. Etmeyeceksen, ki bunu da -edip etmeyeceğini yani- anda bilemezsin. Sıkı tutmamalı ve bastırmamalı ki akışkan kaleme uysun harfler ve kaysın cisimlensin yaya yaya renklensin. Ne diyordum yazdıklarım tezgâha konmazdan evvel, “vay bu metafor -ki mecaz demeyi tercih ederim- aklıma neden gelmedi” temalı cümleler geçirmezdim içimden. (Yukarıdaki parantezi kapamayı unuttun mu sen, sanırım evet Hünkârım. Bu sefer de böyle olsun. Konu da açık uçlu zaten. Peki.) Pür hayranlık ve tekrar tekrar okuma iştiyakı dolardı içime. -Serbest bırak şu kalemi- şimdiyse yine bir hayranlık penceresi açılıyor. Yana birkaç pencere daha. Bu benzetmeden yola çıkarak ben neler yapabilirim pencereleri. Yo hayır kıskançlıkla dolu bir “benim aklıma neden gelmedi ben neden söylemedim” penceresi değil bu. Biraz kibir, biraz hırs, biraz büyüklenme (Büyüklenme ve kibir aynı şey değil mi. Olsun pekiştiriyorum işte.) biraz ne bileyim ben işte insana iyi gelmeyen bir yanı var “benim aklıma neden gelmedi” penceresinin. Benimki “vay nasıl da güzel çatmış birbirine güve ile aklı, bakayım bakayım ben neler yapabilirim” tarzında bir öykünme. Aralarında görünmez bir zar var sanki ya da yok. Ne bileyim. Keskin bilenlere, bildiğinden emin olanlara ürküntülü bir hayranlık da demeyeyim de adını koyamadığım bir duygu besliyorum. e = emcekare tarzı bir bilmeden söz etmiyorum -ki o bile muallak, ne belli yarın birinin çıkıp “hacı biz bilememişiz meğer e = emce küpmüş” demeyeceğini. Burada sözünü ettiğim yargılarına, değerlerine, kendindeki oluşlara bağlılıkları ve adanmışlıkları. Annem “herkes huyundan razı” derdi o minvalde bir hal. Yani ikidir kalemi maden suyuna batırmak durumunda kalıyorum, hemen kuruyor ucundaki mürekkep. Sonra içecek misin o maden suyunu? He içeceğim niye ki. Hiç mi kurşun kalemleri, kuru boya kalemlerini ağız suyunla suluboyaya dönüştürmedin küçükken. Ne küçükkeni, daha geçen Bodrum’da yaptım.
Islayıp ıslayıp yeşil kurşun kalemi, Mehmet’in ayağına yazdım bir şeyler. Evlendiğimizden beri yaparım çıplak bulduğum uzvuna. Baak! Neler de geldi ayıpçı aklına. O kadar da değil. Ya da o kadar; sana ne, karı koca arasına girilmez. Ruh büyümüyor ki bebeğim, ruh hep küçük, hep uçarı çocuk. Kuantumlu bir yazı tekniği benimki sanırım. İç içe kıvrılmış konular açılıyor uzuyor kelime oluyor. Başı neydi bu konunun yav. Mehmet’in vücuduna yazılanlardan, ıslanan kalem uçlarından, çabuk kuruyan dolmakalem ucunu maden suyuna batırmadan… heh, tuttuk ortadaki ucunu; emin emin, bile bile yaşayanlar. Kunt, savrulmaz bir tutunuşları var kendilerine, oluşlarına. (Şimdi de kahveye batırmam gerekti kalemin ucunu, mürekkep yalamışlıktan öte içmişliğim de var bugünden kelli. Yeşil mürekkep.) Bense hep olmalarımı, yapmalarımı sorgulamada. (Yok öyle tedirgin, totomda iğne var deyi zıp zıp zıplayan, market sırası beklerken “bir kasa daha neden açılmıyor,” teyzelerininki gibi pimpirikli, huysuz suratlı bir sorgu, şüphe huzursuzluğu değil benimki. Kabul etmiş, kendini. Öyle. Yaptıklarından, olduklarından da razı, olanıyla olmayanıyla oldu bitti işte bunları böyle büyük hayat çıkarımları diye sunmaya, insanlara anlatmaya ne gerek var ki gibi de. Amaan ne bileyim. Nereden girdim ki bu derinlere ben, hiç halim de kalmadı bak şimdi yazarken yazarken.) Kendiyle barışık bir eminlikten söz etmiyorum. Hayır.
Lale der ki be hey Tanrı
Benim boynum neden eğri
Al baharlı mavi dağlar
Yârim gurbet elde ağlar. (Diyor âşık Veysel.) Beriki de diyor ki;

Dağlar haramı açma yaramı (Ah yaralarım. Yürü, bekleme yapma…)
Kalemin ucunda kuruyan mürekkebe kahve daha iyi geldi. Bastırmama gerek kalmadan kaymaya, akmaya başladı. E kimin kalemi, ne etsin maden suyunu. Tutan el kahveden mürekkep.
Sıkıldım valla bugün bu zihninin abidik gubidik zıplayışlarından senin. Gece uyumadım, beyimin dişi fenaydı aradı arkadaşına gitti. Gece ikide geldi. Kanal tedavisi. Arkadaştan nöbetçi dişçi hizmeti. Öyle onlar gece kaçta olursa gel diyorlar birbirlerine. Yetiyor. Gel. Geçen de Berk -arkadaşının adı- iyi değilim gel dedi, gitti Mehmet. Bir falandı yatmaya hazırlanıyorduk. Ay ben senin atlamalara doymayan beynine emi. Tamam tamam dönüyorum konuya haklısın. Dur bak bunu da söyleyeyim öyle döneyim n’olur. İki isimlilik böyle şizoid bir sohbet hali yaratabiliyordur belki ne dersin. Behiye bir şey anlatmak istiyorken Hünkâr bambaşka şeyler söylemek istiyordur. Bak misal mutfakta da Emre; Rıza Nur, İnönü ve Lozan anlatıyor Sadettin’e. “Çocuklarınıza iki isim koymayın ey anneler, babalar.” Şiştim. Tamam be bağırma.
İşte böyle bir duruştan söz ediyorum. Hayatını, varlığını tam ve mükemmel görmekle birlikte her vesile ile konuyu buna, kendilerinin ne kadar da olmuşluğuna getirenlerin razılığından. Zerrece şüphe emaresi, acabaları yok kendiliklerine dair. Sanmak yok kitaplarında. Bendeyse o kadar çok ki.

Yanılsamalar Kitabı’na nazire yapacak meblağda sanılsamalar. Bak ama olmadı bu kafiye çalışması. Bu çalışma kelimesine de takığım ama Hünkâr kızıyor konudan sapmayacağız. Di’mi canım. Evet canım. Sıkı dur giriyorum konuya, aa inanmam. Valla bak.
Şimdi bizatihi, bilfiil yaşadığım hal üzerinden örnek olayla netleştiriyorum durumu nezdinizde: Dürüstlükten, insanların maddeten/manen güçlendikçe, gücü nispetinde ezdiğinden ya da bunu kullandığından konuşuyoruz diyorum ki “güç ve para büyük sınavlar, zor sınavlar. Dilerim geçenlerden olalım.” Yapıştırıyor “Hayatım boyunca güç ve parayla sınandım ve hep başardım hep geçtim,” “Yaa ne güzel,” diyor sözü içimde kendimle sürdürüyorum. Bitmedi ki daha, nasıl bu kadar eminsin, daha demin Kartiyer taşlı yüzük anlam ve önemi dedin ya… ya bilmeden… neyse… Kelimeler dökülüyor masaya yeniden. (İnci Aral’ın (kıymetlicanım) son kitabında gördüm. Konuşma çizgisiz, tırnak işaretsiz ilerleyen diyaloglar. Ben de mi yapsam pek hoşama gitmişti.)

Mesela meslek seçimi. İnsan hangi işte mutluysa onu yapmalı. Para ön planda olmamalı seçerken. Para dediğin ne ki! (aynen dedi bunu valla)
Kesinlikle, sevdiği işi yapmak nasip olsun dilerim herkese. (Tahmin ettiniz dimi bunu söyleyeni) Eşim tutturdu mekatroniğe (böyle mi yazılıyordu bu) devam etsin büyük oğlan. İstemiyor. Bırak nasıl mutluysa öyle yaşasın di’mi çocuk. Benim ailemin varidatı o kadar yerindeydi ki hiç düşünmeden istediğim işe yöneldim. Bir gün bile pişman olmadım göğsümü gere gere yaptım mimarlığımı. Ee biz de fena bir miktar bırakmayacağız ne gerek var o zaman kasmaya. Diii’mi ama.

“Diimi diimi”
İşte böyle canımlarım. Şimdi ben nasıl ürkmeyeyim bu bilen emin amcaların, teyzelerin aurasından. Ammaaan bizden uzak olsunlar da.
Ya da olmasınlar. İnsan insana ayna neticede. Bazen ne olman gerekenden öğrenirsin, kimileyin de ne olmaman gerektiğini gösterir sana ayna. Ve bitmez oluşlar, aynalanışlar. Ömür biter ayna nöron bitmez. (Bu ne be)
Birbirimize güzellikleri yansıtanlardan olalım dilerim.
Oldu.
İyi günler.

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
4 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nur
Noble Member
Nur
16/08/2022 09:28

Okuması başkaymış Behiyeciğim. Beni oradan oraya uçurup son noktanın yanına getiriyorsun ya, ben orada kalıyorum biraz.
“Oh ya, ne (dinledim) okudum şimdi ben? Hadi cila niyetine bi daha…” gibi gibi.

Farklı zamanlarda ortak yaramazlıklarımıza ördek(: : Ödev yaparken o kırmızı kurşun dile değip ıslanmaz mı? Sonra ruj olup dudakları boyamaz mı? Sobanın üzerine güğümü koymaya gelen anne aldan al dudakları görüp beş kardeşi konuşturmaz mı? :))))

duygu karataş
Member
16/08/2022 09:13

Yine okudum, yine bayıldım. O zıp zıp atlayan zihnine, kalemine sağlık…

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz