BULUŞMA
BULUŞMA
Saatin çalmasını beklemeden uyandığım nadir sabahlardan biri. Oysa yataktan çıkmaya hazır değilim. Hava o kadar soğuk ki kollarımı yorganın altından çıkarmak istemiyorum. Sağa doğru dönüyorum ve yorganıma biraz daha sarılıyorum. Nevresimim her zamanki gibi sabun kokuyor. Markete gittiğimde bu deterjandan bir paket daha almalıyım. Yatağın yanında duran komodinin üzerine doğru uzatıyorum elimi ve saate bakıyorum. Saat sabahın 7’si. Çalar saatin üzerindeki turuncu horoz figürü durmaksızın başını öne eğip kaldırıyor.
Alarmın çalmasına daha 45 dakika var. Sırt üstü uzanıyorum ve kollarımı başımın altında kenetliyorum. Oysa bugün evde kalmayı, miskinlik yapmayı , belki biraz kitap okumayı planlıyordum. Gözlerimi küçük, loş odamda gezdiriyorum. Belli ki hava kapalı hatta yağmurlu olma olasılığı oldukça yüksek. Keşke buluşma isteğini geri çevirseydim diye düşünüyorum ama artık yapamam. Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu anlamadığım bir şekilde hayır diyemedim ona. Çok uzun zamandır karşılaşmıyorduk. Karşılaşmadığımız için de çok mutsuz sayılmam doğrusu.
Her zamanki gibi erkenden gelmiş beni bekliyor. Gözüme ilk çarpan su dalgası şeklinde fönlenmiş sarı saçları oluyor. Yüzünü bana doğru dönünce göz göze gelmek kaçınılmaz oluyor. Yüzüne göre oldukça ince olan dudaklarını koyu renk bir rujla boyamış olduğu gözüme çarpıyor. Beni görünce olabildiğince gülümseyerek ayağa kalkıyor. Biraz da kilo mu almış nedir? Bu konu beni mutlu ediyor.
Ona doğru yürürken ben de yüzüme bir gülümseme yerleştirmeye çalışıyorum. Oysa samimi değilim. Acaba o da bunu anladı mı? Anlaması çok da önemli değil gibi geliyor.
Beni kocaman bir şekilde kucaklıyor ve öpüyor. Keskin parfümü burun reseptörlerimi rahatsız ediyor. Kafenin ortasındaki masaya oturmayı tercih etmiş. Çaresiz ben de karşısındaki sandalyeye oturuyorum. Sandalyeye yerleşmem biraz uzun sürüyor. Ahşap sandalyenin üzerine bir minder yerleştirselermiş fena olmazmış diye düşünüyorum.
İçerisi biraz havasız . Camlar buğulanmış. Montumu çıkartırken hızlıca etrafı inceliyorum. Çoğunlukla ahşap kullanılmış olan bu mekan çok da geniş gelmiyor bana. Masalar koyu renk ve hep yuvarlak seçilmiş. Masaların üzerinde plastik çiçekler ince ve küçük bir vazoya yerleştirmişler. Elimle vazoya dokunuyorum ve tekrar düzeltiyorum. Duvara monte edilmiş kitaplık dolu . Bir ara gidip göz atarım diye düşünüyorum.
Hal hatır sorma faslı hızlıca başlıyor. Karşılaştığımız için, buluşma ayarladığımız için ne kadar mutlu olduğunu anlatıyor. Oldukça heyecanlı görünüyor. Bu durum beni şaşırtıyor.
Garson elinde mönü ile yanımızda beliriyor. Arkadaşım elini mönüye uzatırken konuşmaya, anlatmaya devam ediyor. Ben, saçlarını jöleyle şekillendirmiş garsonu başımla hafifçe selamlıyorum ve mönüyü incelemeye başlıyorum. Hoş, ne içeceğim belli ama olsun. Tek tek sayfalara bakıyorum. Önce yiyecekler sıralanmış ilk iki sayfaya. Aç mıyım diye düşünüyorum , değilim. Sonrasında tatlılar girmiş sıraya. Tatlı bir şeyler yemek iyi bir fikir gibi geliyor. Bu arada arkadaş garsona çabucacık siparişini veriyor. Demek ki buraya daha önceden de gelmiş. Sıcak içeceklere geldiğim anda ben de hızlıca karar veriyorum. Sade bir Türk kahvesi ve bir porsiyon tiramisu istiyorum. Mönüyü kapatıp garsona verirken hizası kaybolmuş kravatı dikkatimi çekiyor. Sarı kravatın artık temizlenmesi gerekiyor.
Büyük bir şirketin insan kaynakları departmanında çalışıyormuş. Şirket kurumsalmış gibi görünen sıradan bir aile şirketiymiş de, yan hakları varmış ama çalışma şartları çok ağırmış. İş arkadaşları da oldukça içten pazarlıklıymış. Dedikodu kazanı hiç durmaksızın kaynıyormuş da,…
Siparişlerimizi getiren garson usulca bırakıyor elindeki tepsiyi . Önce pastaların sonra da içeceklerin servisini yapıyor. Arkadaş, kendisi için getirilen çatalı peçeteyle silmeye başlıyor.
Kapı her açıldığında çalan zil kulağımda çınlıyor ve dikkatimi dağıtıyor. Gözüm arada kapıdan girip çıkanlara takılıyor. Bu kafenin her yaştan misafiri var. Ben neden keşfetmemişim acaba? Tanıdık birileri gelse diye içimden geçirmeden edemiyorum. Aslında onu bekliyorum. Keşke bir tesadüf eseri yine karşılaşsak. Bu düşünce bile kalbimin atışını hızlandırmaya yetiyor.
Kahvemden yayılan kokuya karşı koymam mümkün görünmüyor. Önce önümdeki tatlıdan bir lokma alıyorum. Tiramisunun kreması ağzıma yayılıyor ve damağım şenleniyor. Oldukça lezzetli. Kahvemden bir yudum almak için tabağın sağında duran kahveme yöneliyorum. Fincan oldukça klasik ve kulpu daracık. Ayrıca fincan küçük. Neyse ki kahve lezzetli, köpüklü ve makinede değil, cezvede pişirilmiş.
Bazı insanlar enerjinizi emmek için yaratılmışlardır. O da bunlardan biri. Nefes almaksızın konuşmaya devam ediyor. Artık anlattıklarını takip bile edemiyorum. Dur bakayım ne anlatıyordu. Yine de çok kopmam lazım konudan. Haa evet, haklısın tabii diyerek onaylıyorum anlattıklarını. Oysa çok da umurumda değil onun işyerinde yaşadığı sıkıntılar. Bir var bir yok ilişkisi, ilişkisinden beklentisi. Bir karar verse de rahatlayacak ama o, bunun farkında değil.
Gözlerim garsonu arıyor. Mekanı kahve kokusu sarıyor. Bir kahve daha içmek istiyorum. Oturduğumuz sandalyede kıpırdanıyorum. Garson ısrarla bizim oturduğumuz masaya bakmıyor. Seslenmek istiyorum ama karşımda oturan hatun hızla anlatmaya devam ediyor. Anlattıkları artık ilgimi çekmiyor. Elimi hafifçe kaldırıp garsonun dikkatini çekmeyi başarıyorum. Hızla yanımıza gelen garsonun parfümü oldukça keskin ve çok tanıdık. Garson boşalmış fincanları alırken bir sade kahve daha istiyorum. Ve ekliyorum “Daha büyük bir fincanda lütfen.”
03.02.2020
IŞIL İSTANBULLUOĞLU