Yatay ve Dikey hikâyeler…

Hikâyeniz var…

Hikâyeniz var. O hikâyede bir belki iki karakter var. Belki üç kişi. Bu insanlar bir yerdeler. İçeride ya da dışarıda, bir şey yapıyorlar. Bir de anlatmak istediğiniz bir hikâye var. Yaşama dair bir şeyleri ya çözdünüz ya da çözmek üzeresiniz. Öyle bir his var içinizde…bir aydınlanma, bir farkındalık hali. Anlatacaklarınız dilinizin ucundaymış ve bu insanlar, bu üç kişiyle o şeyi anlatabilecekmişsiniz gibi bir his. O üç kişinin biri ya da ikisi niye orada biliyorsunuz. Diğerleri niye geldi? Bu hikâye fikri nereden çıktı, ne yazacaksınız, nasıl yazacaksınız hiçbir fikriniz yok. Yine de başlamaya karar veriyorsunuz. Bir yaşlı adamın hikâyesi bu. Adam evde yalnız başına oturuyor. Kapıcı gelecek. Adamın bir oğlu da var ama uzakta, pek sık görüşmüyorlar, eşi öleli 3 yıl olmuş. Yazdıkça yeni ayrıntılar çıkmaya başlıyor. Anlatabildiğinizi görüyorsunuz. Anlatıyorsunuz da, o çıkan hikâye sizin içinizde yükselen o hikâye ile örtüşmüyor. Bir şey eksik.

O farkındalıkla size gelen hissi bir türlü hikâyenize yerleştiremiyorsunuz. Sanki anlattıklarınız sığ kalıyor, derine inmiyor. O yaşlı adam koltuktan kalkıyor. Kapıcı geliyor, ondan ekmek alıyor, mutfakta bir kahve yapıyor, eski fotoğraflara bakıyor, telefon bekliyor. Çarşamba akşamı oğlunun arayacağını öğreniyorsunuz. Evet, siz öğreniyorsunuz çünkü henüz hikâye tam olarak size kendini açmadı. O telefon gelmiyor. Adamın beklerken yaptıklarını da yazıyorsunuz. Öyle ya da böyle hikâye şekilleniyor, olaylar akıyor. Sonunda gece oluyor. Yaşlı adam beklenen telefona ulaşmadan uyuyor ve uykusunda o gece ölüyor. Bitti. Yazdınız. Ama olmadı. Siz çok daha derinden bir şey hissediyordunuz bunu anlatmayı düşündüğünüzde. Yaşlanmak vardı içinde, yalnızlık vardı, beklemek vardı, hayatın anlamını sorgulamak vardı. O his yok şimdi. Karakteri yeterince geliştirmedim, olayları iyi sıralamadım diyorsunuz. Sonu, başı tam olmadı, güzel betimlemeler yapamadım diye düşünmeye başlıyorsunuz. Teorik bilgilerinize hikâyenin orasını burasını çekiştirmeye başlıyorsunuz. Oluyor, fena da değil belki ama sığ geliyor. Neden?

Gökten düşmedi…

O hikâye, siz onu yazmaya karar verdiğinizde başlamadı çünkü. Gökten bir fikir düşmedi kucağınıza. Bir adam, bir kapıcı, adamın oğlu olsun, yaşlılık olsun, telefon olsun düşüncesiyle başlamadı. O hikâyeye giden yolculuk aslında çok önce başladı. 

O sabah sizin kapıcınız ekmek getirmeyi unutmuştu ve bakkala giderken bir sokaktan geçtiniz. Pencereden bakan yaşlı birini görmüştünüz, biraz hüzünlenmiştiniz. Gözleriniz o yaşlı adamın arkasında duvarda asılı belli bellirsiz seçebildiğiniz çerçevelenmiş fotoğrafa gitmişti. Siyah beyaz. Adama bakmıştınız, perdelere kaymıştı bakışlarınız, uçlarının sarardığını o zaman görmüştünüz. Annenizin evinde yeni yıkanmış perdelerin kokusu gelmişti burnunuza. Sonra bir araba geçmişti önünüzden ve siz yola devam ettiniz.

Bir hafta önce bir arkadaşınızın annesinin cenazesine gitmiştiniz. Bir ay önce bir sokak kedisini arabanın altından kurtarmıştınız. Ona ev bulamamıştınız, hayatınız biraz alt üst olmuştu. Geçen sene kentsel dönüşümle eviniz yıkıma girmişti. Siz hala alışamadığınız bir semtte yaşamaya başlamış, sabahları bir şaşkınlıkla uyanabiliyordunuz. On yıl önce babanız kalp krizi geçirmişti. Onun evindeki eşyaları toplarken onu daha sık aramadığınız için üzülmüş, kendinize kızmıştınız. On beş yıl önce annenizi kaybetmiştiniz. Geçenlerde fırının önünden geçerken ekmek kokusu sizi aile kahvaltılarınıza götürmüştü, ne güzel günlerdi demiştiniz. Son günlerde de üzerinize bir hüzün çökmüştü… 

Hikâyenizin yolculuğu on beş sene önce ve belki ondan bile önce başlamıştı. Siz o on beş yılın içinden geçerek, ileri geri giderek parçalar toplamıştınız aslında. Sonra arkadaşınızın annesinin cenazesinde birisinin dediği bir şey aklınızda kalmıştı. Arada geliyordu aklınıza. O on beş yıla bakmazsanız elinizdeki hikâyenin neden size sığ geldiğini anlayamaz, hikâyenizi de derinleştiremezsiniz. 

Biz insanları yazıyoruz…

Biz insanları, insan hallerini, hepimizin yaşadığı duyguları yazıyoruz. Yaşlı bir adam, bir kapıcı, beklenen telefon. Bunların hepsi malzeme. Yıllardır biriken ve şimdi dışarıya çıkmak için bir yol bulan duyguları anlatmak için kullanılacak malzemeler. Farkındalıklar bir anda gelmez. Yıllar içinde birikir. Birisinin söylediği bir söz, gördüğünüz bir nesne, bir olay gibi bir kapı bulunca fırlar ortaya. Biz de onu bir anda oldu sanırız. Biz olayları değil, yaşananların insanlarda bıraktığı izleri, duyguları yazıyoruz. Yıllar içinde onların dönüşümünü anlatmak istiyoruz ve içimizde yükselen o duygu, o arzu bu. Oraya bakmayıp sadece nesneler ve karakterleri hareket ettirdiğimiz bir hikâye o yüzden sığ kalır. İyi işlenmiştir, dili kuvvetlidir, teknik olarak hiçbir sıkıntı yoktur ama işte eksik gelir. 

Yatay ve Dikey Hikâyeler…

Hikâyeler yana doğru bir düzlemde ilerler ve orada olaylar vardır, karakterler vardır, düşünceler, nesneler oradadır. O yarattığınız düzlemde bir şey olur. O karakterinizin içine dalar ve inmeye başlar. Hikâyelerin bir de derinliği vardır. O derinlik karakterin yaşamının katmanlarıda gizlidir. Ana karakter bir yolculuk yapacaktır. Dönüşecektir. Nesneler, hava durumu, yan karakterler, diyaloglar ve diğer unsurlar bu yolculuğu anlatmak için kullanılır. Hepsi o derinliğe inen kapıyı tetikleyen unsurlar olur. Hepsi birbirine örülmeye başlar, içerisi dışarısını, dışarısı içerisini dönüştürür. O zaman okur hikâyenizin düzleminde merakla ilerlerken, derinden etkilenir.

Derinliği olan hikâyeler yazmak için alıştırma Yazarlar Kulübü Alıştırmalar 2023 paketinde…

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Yazmak istiyorsunuz ama bir türlü başlayamıyorsunuz, Başlasanız da sürdürmekte zorlanıyorsunuz, O zaman bu atölye tam size göre.
Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz