Doktorlar Dizisi: Ayça Uzel
“Doktor sizi bekliyor. Koridorun sonundaki soldan 2. kapı.”
Ne pratiktir doktor odalarınının tarifi. Kat hemşireleri bilir neyin nerde olduğunu. İyi eğitilmiş süs kopekleri gibi dolaşırlar suratlarının ortasına oturtulmuş sırıtık ifade ile. Odanın kapısı açık. Merhaba diyip içeri giriyorum.
Beyaz muayene koltuğunu gösterip oturun diyor. Çantamı nereye koyacağımı şaşırarak panik içinde oturuyorum. Çenenizi ve alnınızı dayayın gözlerinizi açın. 3 dakika sonra hiçbir yorumda bulunmadan eline aldığı damlayı kafamı geri iterek gözümün tam ortasına sıkıyor.
“Damla mı damlatacaksınız?”
Lanet bir ses tonu “Evet,” diyor.
“Ama daha önce geldiğimde damlatmamıştınız,” diyorum.
Aynı lanetlikle “her muayenede bunu yaparım,” diyor.
“Ayyy Doktor bey, mazur görün 60 yaşındayım bunama başladı,” diyorum. Buna sadece ben sinirli bir şekilde tebessüm edebiliyorum.
Saygıdeğer doktorumuzun yorumu ise “bir daha göz muayenesine gelirken göz makyajı yapmayın,” oluyor. Aramızdaki dialog muhteşem. Ben şam diyorum o bağdat. Dışardaki süs köpeklerinin eğiticisi bu olmalı diye düşünüyorum.
“10 dakika bekleyin sonra gelin,” diyor.
“Benim kadın doğumda randevum vardı.”
“10 dk geç geldiniz zaten,” diye bir fırça daha. Artık dayanma sınırlarımı aşarak.
“Yapabileceğim bir şey yok Dahiliyedeki hasta da 10 dakika geç çıktı,” diyorum. Adamın elinde bir kamçısı eksik. Zaten oldum olası nefret etmişimdir doktorlardan, yine bunun gibi lanet bir doktor sayesinde.
10 yaşımdaydım 6 aydır yürüyemiyordum. Sonunda dahi bir doktor bademciklerimin omuriliğime iltihap akıttığı için alınmasına karar vermişti. Cerrahpaşa Hastanesinin eski soğuk yıpranmış koridorlarının birindeki bir odaya aldılar beni. Odanın duvarlarında artık badanadan eser kalmamıştı. L şeklinde üstü kırılmış beyaz fayanslardan oluşan tezgah vardı. Tezgahın üstü boştu. Köşeye konmuş siyah derisi yer yer soyulmuş dişçi koltuğuna benzer bir koltuğa oturttu beni. Sağ elime bir tas tutuşturdu, sol elimi de arkama sıkıştırdı. Önümdeki tekerlekli tabureye oturdu ve ağzımı açmamı söyledi. Bademciklerimin oraya iğne yaptı. 2 saniye bekledi ve neşteri eline aldı. Bir kırt iki kırt üçççç kırrrt derken neşter boğazımda kendiside tabureyle birlikte fayansları dökülmüş tezgah ile bütünleşmişti. Üstüme doğru “napıyosun sen,” diye yürüdü. Ağzımda neşter ağzım sonuna kadar açık ancak “ajıyoooo,” diyebilmiştim. Sonrada beni annemlere şikayet etti. Ahhh şimdi o adam elimin altında olacaktı. Aynı işlemi ona uygulardım herhalde. Canlı canlı bademcik operasyonu nasıl olurmuş anlasın.
Hikaye sayesinde 10 dakika geçirebildim. Yine aynı ses tonu ile
“bir şeyiniz yok,” dedi.
Dedim, “göremiyorum.”
“Yok bir şeyiniz.”
“O kısmı anladım ama ben niye göremiyorum?”
Yanıt “yok bir şeyiniz, ekranınızı öne çekin, sağa döndürün sola döndürün, hatta siz amuda kalkın,” derken ben kapıdan kendimi dışarı atmak zorunda kaldım. Derinnnn bir nefes, ama şiştim. Nefes alamıyorum. Lan oğlum işini sevmiyorsan niye burdasın o zaman?
Ya sabır diyerek 4. kattaki aynı hizada bulunan diğer doktorun kapısını çaldım. Ses yok. 2 saniye sonra niye beklediğimi kendime sorup içeri daldım. 60 larının üstünde kır saçlı uzun boylu ince yapılı bir amca. Gerçek bir amca hem de.
“Merhaba,” diyorum.
Yanıt “Işıkları yakmamı ister misiniz? Gün ışığı geliyor diye yakmadım.” Gülmemek için gözlerimi kocaman kocaman açıp dudak kaslarımı sıkıyorum. Bence bu hastanede merhaba’nın karşılığı değişmiş herhalde.
“Ben de sizin dosyanızı inceliyordum ama sizden önceki hasta geç çıktığı için bakamadım.” Evet bu gün hastanede bir geç durumu var. Her şey gecikmeli ilerliyor. Doktora baktığımda bizim de iletişimimizin bayağı gecikeceğini düşünüyorum.
“Şimdi ne ameliyatı oldunuz?”
“Yumurtalıklar alındı.”
“Ne kadar oldu.”
“Bilmem 10 yıl olmuştur herhalde.”
“Bilmem ne bilmem ne de alındı mı?”
“O dediğinizi bilmiyorum. Ben kötü bir hastayım. Hastalıklarımın kronolojisini tutmuyorum”. Peki ben bu hastaneye hala niye geliyorum. Çünkü tüm dosyam burada ve ne yapıldığı orada yazıyor diye de düşünüyorum tabiki.
“Hımmm peki şimdi sizden bilmem ne alacağım, bunu devlet ve sigortalar karşılamıyor ama 5 yılda bir yapmamız lazım. Kabul ediyor musunuz?” Pardon da ben bu terimleri öğrenmek istesem zaten doktor olurdum diyemiyorum tabiki sadece ödeme kısmını geçelim diyorum.
“Esas gelme nedenim aslında bu değil benim göğüslerim acıyor. Bir ay önce kedi ısırığından kolum şiştiğinde mahale doktoru koltuk altımda bir sertlik hissetti size gelmemi söylemişti.” Ama tabiki sizin siz olduğunuzu bilseydim gelmemeyi tercih edebilirdim diyemediğim için cümlemin sonunda suratımın ortasına sırıtık bir ifade yerleştirmeyi de unutmuyorum.
“Tamam şimdi test için sizi hemşire hanım hazırlasın,” diyor.
“Pardon bu yapılması gereken test ne için?”
“Genetik durumunuz için.” Çok aydınlatıcı oldu. Tamamen anladım konuyu. Ama tabiki parayı alıp alamayacağınızı doğrulamak sizin için çok daha önemli olmalı. Yeşiller içinde salına salına bir hemşire odaya giriyor bu sırada bir fasılda bu testin ücretinin karşılanmasının nasıl olacağını o anlatmaya başlıyor. Bu arada doktor bilgisayarla kavga ediyor. Yavaş çalıştığı için. Devlet hastanelerinden beter diye söylenmeyi de unutmuyor. Yaa pardon burası mezbaha mı yoksa hastanemi. Bence siz işinizin ne olduğunu bilmeyen kişiler olarak buradasınız diyerek bağırmamak için kendimi zor tutuyorum.
“Evet şimdi sizi hemşire Hanım hazırlasın o test için içinizden bir parça alalım,” diyor.
“Parça mı??? Canım acıyacak yani,” diyorum.
“Yok yok,” diyor “sadece pamuklu çubuğu iç kısmın kenarlarına sürteceğiz.” Hemşiranım bana detayı ile aynı şeyi tekrarlıyor. Burada anlama özürlü olan ben miyim onlar mı anlamıyorum. “Pardon da siz parça alacağınızı söylediniz,” diyorum. Hemşiranım bana odayı gösteriyor. Pembe bir etek veriyorlar. Nefret ettiğim bir renk kadınım ya pembe giymek zorundayım. Neyse o harika kadın doğum koltuğuna oturuyorum. Ayaklar havada dizler bükük pozisyon tamam . Amca geliyor. Hemşire pamuklu çubukları uzatıyor. Amca kendinizi rahat bırakın diyor. Evettt artık yeter.
“Şu pozisyonda ve içimde bir şeyler canımı yakarken nasıl rahat olabileceğimi söyler misiniz lütfen,” diyorum. Doktor amcadan ses yok. Yehooo 1-0 öne geçtim. Sigara içiyor musunuz diyor. Benden yanıt “Orada da mı gözüktü.” Yanıt yok. Artık tamam, maç bende. Çok mutluyum amcayı al aşağı etmeye başladım. Bana detaylı bir şekilde birkaç nokta gösteriyor.
“Aslında bunlar benim konum değil ama yine de ben muayene etmek istedim. Bakın bunlar önemli.” Benimle çok ilgili walla adamın günahını aldım. İşi olmayan şeye de bakıyor zavallı.
“Evet evet gördüm,” diyorum nerede neyin olduğunu anlamadan. Bir an önce bitsin ve ben bu kendini doktor sanan amcadan ve pozisyonumdan kurtulayım diye her şeye he demeye karar veriyorum. Sonunda odaya geri dönüyoruz. Ayağa kalkıp eline minnacık bir not kağıdı alıyor ve masanın kenarında yazmaya başlıyor. Gözlerim damlalardan dolayı tam göremediği için yaklaşmaya çalışınca iki adım geri gidiyor ve eli ile orada kalmamı söylüyor. Anlamsız bir şekilde suratına bakıyorum ve yerime oturuyorum.
“Şimdi,” diyor “Sizin mesanede bir şeyler gördük biliyorsunuz. Üroloğa gitmeniz gerekiyor. O ultrason ve idrar tahlili isteyecektir. Test sonuçları için gelmenize gerek yok. Telefon ile konuşabiliriz.”
“Peki ben buraya niye gelmiştim? Hani göğüs kısmı vardı ya.”
“Aaa evet onun için genel cerraha gitmeniz lazım.”
Benden yanıt. “Ya nerde şu eski doktorlar?” Amca kalkıyor.
“Bende eskiyim,” diyor. İçimden evet fosilleşmiş haldesin diyorum ve devam ediyorum.
“Kadın doğuma giderdik ve kendini ilgilendiren alt ve üst kısımlarımız ile ilgili her şeyi söylerdi,” diyorum. Kağıdı alıyorum ve çıkıyorum.
Derin bir nefes. Hemşire hanım yine aynı test ile ilgili konuşuyor. Kaç liraya yapıyorsunuz. 2.000 TL diyor.
“Ama bizim anlaşmalı laboratuvarımız var oraya gönderiyoruz onlar 300 TL’ye yapıyorlar,” diyor. “İyi tamam gönderin,” diyorum “lanet testi.”
Nefes almam lazım ama hazır gelmişken şu üroloğa da uğrayalım hazır idrarı vermişiz oda çıksın aradan diye düşünerek ürolog katına varıyorum. Hemşireye durumu anlatıp sadece bir şey sormak istediğimi söylüyorum. Telefonda diyor başka kattaki aynı koridorun aynı odasındaki doktor için.
“Kapısının önünde bekleyebilirsiniz,” diyor. Kapıyı çalıyorum. Aman tanrım bu deminkinden de yaşlı bir amca.
“Merhaba. Buyrun ne istemiştiniz?” Anlatıyorum elimdeki ultrasonu da uzatıyorum.
“Ama şimdi ben bundan ne anlarım, muayene etmem lazım. Böyle olmaz ki! Zaten ağrılı bir hasta için çağırdılar. Randevu alın öyle gelin,” diye kovmaktan beter ederek beni kapı dışarı ediyor.
Sonuç olarak aynı hastanenin ayrı katlarında ama aynı hizalarda olan tüm odalardaki doktorların bence bugün retroları geri gitmekteydi. Peki benim suçum neydi?
Eski doktorlar herşeyden anlardı, şimdikiler disiplinler arası çalışmayı daha doğru buluyor…bazısı o benim alanım değil deyip topu başka bir branş uzmanına yönlendirirken olan bu dili anlamaya kafa yoran hastaya oluyor. ah bir de anladığımız dilden konuşsalar ve biz de top gibi savrulmasak oradan oraya…ne güzel tasvirler ve çıkarımlar, bayıldım…
Çok seviliyorsun.
Ne kadar akici ve guzel yazmissiniz, doyamadim bir de dinledim. Okuyusunuz da yumusacik.. tebrikler..
Teşekkürler.:)
Okurken yaşadım. Ne güzel anlatmışsın.Eline sağlık Ayça Hanımcım.
Teşekkürler 🙂
Kalemine sağlık valla da böyle oluyor.
:)) evet canım. Teşekkürler.
Eline sağlık Ayça.
Teşekkürler Lütfiye hanım
Ayça çok özlemişim yazılarını, yine harika! Kalemine sağlık ❤️
Teşekkürler Gizemciğim. 🙂