Eros’a Kavuşmak
“Normal dışı durumlarda insanların anormal tepkileri olur. Normal o dur.”
– Zygmunt Bauman
Bir kadın oturuyor masada. Masası pencereye bakıyor. Bilgisayar ekranında kutu kutu insan yüzleri. Kadının tek kulağında kulaklık. Tek kulakta çünkü içeride büyük kızı da ekran başında, onun da önünde kutu kutu yüzler, kulağında kulaklık, dersin bitmesine daha bir saat var. Kadın, sorun çıkarsa duyup yardım etmek zorunda kalacak, daha önce de oldu. Çıkmasın diye dua ediyor. Bir yandan da önündeki kağıtlara notlar alıyor. Küçük kızı yanında. Henüz üç yaşında. Kadının toplantı başlamadan önce yere serdiği örtünün üzerinde oyuncaklarıyla oynuyor. Arada annesine bakıp bir şeyler söylüyor. Kadın yan gözle ona bakıp gülümsüyor. Eşi yemek masasında. Masada bilgisayarı, kulağında kulaklık, salonda ileri geri yürüyor, birileriyle hararetle konuşuyor. Normal bir pandemi günü.
Belçikalı terapist Esther Perel, TEDTalks’un artık video söyleşileri şeklinde yaptığı konuşmalardan birinde, “Bizler varoluş sancısı, izolasyon, evrensel yas, ekonomik güvensizlik, uzun vadeli belirsizlik içindeyiz şu anda,” diyor. Bunların toplamını ‘stres’ olarak adlandırdığımızı söylüyor. “Yeni doğum yapmış bir anne, gününü tek bir sandalyede geçirebiliyor. Bebeğini emziriyor, anne, eş, evlat, yönetici, çalışan, dost…tüm bu kimliklerini ve daha başka kimlikleri, o tek sandalyede yaşıyor. Bazen o kişinin sahip olduğu tek sınır bilgisayarın “sessiz” tuşu oluyor,” diye ekliyor.
Perel, stresin çok boyutlu olduğunu, içinde umutsuzluk, anksiyete, tükenmişlik, hüzün, öfke ve asabiyet gibi duygular barındırdığını ve şu anda içinde bulunduğumuz durumda karşılamakta belki de en zorlandığımız şeyin uzun vadeli bir belirsizlik olduğunu ve bunun da adını koyamadığımız belirsiz bir yas duygusuna neden olduğunu açıklıyor.
Özellikle pandeminin ilk günlerinde bomboş şehirlerin, sokakların fotoğraflarına, videolarına ateşe bakar gibi baktığımı hatırlıyorum. Tarif edemediğim karmaşık bir duygu yaşıyordum. Hem kendimi o resimlere bakmaktan alamıyor, bakınca bir heyecan duyuyordum hem de derin bir yokluk, bir hüzün hissediyordum. Kocaman bir şey gelmişti başımıza ama tarif edemiyordum.
“Binalar duruyor, dükkanlar duruyor, oradalar hala ama duygusal olarak boşlar. Ailemiz uzakta belki, duygusal olarak çok daha yakın olsak da fiziksel olarak uzaktalar, yoklar. Bu varla yok arası hal, yası engeller,” diyor Perel. İşte bu diyorum. Tam olarak yaşadıklarımı, hissettiklerimi tarif ediyor. Adını koymak iyi geliyor. Perel, “Biz Eros’u kaybettik,” diyor “özgürlükle güven arasında gidip gelen o sarkaç koptu.” Bu kopuşun bizi güven odaklı yaptığını anlatıyor. Anlık heyecanlarımız, şans eseri karşılaşmalarımız, hayatın gizemi ve sürpizleri gitti diyor. Bunlar Eros’tur, bize canlılık ve enerji verendir. Burası merakla yaratıcılığın buluştuğu yerdir. O gitti, diyor.
Eros’a alan açmamız gerekiyor.
Eros Yunan tanrısı. Aşkın, tutkunun ve fiziksel arzunun tanrısı. Beklenmedik bir anda seçtiği kişinin kalbine attığı okla onu dağıtır, kafasını karıştırır, belirsizliğe atar, bastırdığı duyguları uyandırır, zihni bulandırır. Pandemi de bunları bize yapmadı mı? Böyle bir sarsıntıyı Eros’la tekrar yaşamak nasıl işimize yarar diye düşünmeden edemiyorum. Ama Perel Eros’u sadece cinsellik, ya da aşk anlamında kullanmıyor. Onun için Eros’un anlamı daha sembolik. Eros bir merak duygusu, canlılık, keşif, anlık, spontan karşılaşmalar, beklenmedik minik olaylar.
Bunları tekrar hayatımıza dahil etmemiz için önerileri var Perel’in. Rutinler, Ritüeller ve Sınırlar oluşturarak, aktivitelerimizi birbirinden ayırarak, rollerimizi sorumluluklarımızı belirleyerek, ritüellerle kendimize özel, kutsal alanlar açarak köklenmemiz ve yeniden yapılanmamızı öneriyor.
Isabel Allende’nin yazma rutinini okuyorum. Her sabah yazmadan önce, o gün kimseyle karşılaşmayacak olsa dahi, makyaj yapıyor, giyiniyor, hatta topuklu ayakkabılarını giyip yazı masasına geçiyor. “Bunları yapmazsam hiç bir şey yapmam” diyor. Spiritüel bir yazar Allende. Yazı odasında sunak var, yazılarında sihir ve büyü var, batıl inançları var. Bu ritüel onun kendine açtığı kutsal alan. Bir çok yazarın ritüelleri olduğunu okuyorum. Ben şimdi yazıyorum, burası benim kutsal alanım diyerek, günün belli saatlerini yazıya ayırıyor, bittiğinde de hayatın getirdiği diğer rollere, ihtiyaçlara dönüyorlar. Bunu bazen sabahları yazıp, akşamları aileleriyle geçirerek, bazen gün boyu hayata katılıp, herkes uyuduktan sonra yazarak, bazen sadece bir kahve alıp, belki bir mum yakarak yapıyorlar.
“Bir seyahate gitmeden önce, kıyafetlerimizi, orada ihtiyacımız olan şeyleri hazırlardık,” diyor Perel. Bunların gideceğimiz yerin, yaşayacaklarımızın, oradaki kimliğimizin sınırlarını belirlerdi diyor. Şimdi bu hazırlığı içine düştüğümüz bu yeni düzen için de yapmalıyız. “Eskisi gibi olma arzumuzu bırakmalı, onun yasını tutup ilerlemeliyiz. Yeni rutinler, ritüeller ve sınırlar belirlemeliyiz.”
Sanal Yazı Evi’ni kurduğumda, niyetim yazmayı seven insanları bir araya getirmek, yazma cesareti vermek, yolda destek olmak, bildiklerimi paylaşmaktı. Pandemi belki bir distopik romanın konusu olabilirdi ancak. Perel’i dinlerken “iyi ki yapmışım” diyorum bir daha. “Ortak bir dilde buluşmalıyız tekrar,” diyor Perel. Yazarlar Kulübünde bizim ortak dilimiz hikayeler, yazı ve onların aracılığıyla paylaştığımız kendi hikayelerimiz. Biz internette defalarca buluşarak, birlikte yazarak, yazdıklarımızı paylaşırken hayatlarımıza bir pencere açarak, başka pencerelerdeki yaşamlara davet ediliyoruz.
Yazı Saatlerinden birinin kaydını siteye yüklemek için bilgisayarıma indiriyorum. Bir yandan da izliyorum. Katılımcılar yazdıklarını okuyorlar. Kare kare yüzler var ekranımda. Farklı evlerin, yaşamların pencereleri; bir yatak odası, bir mutfak, salonda bir köşe. Birisi yazısını okurken ufak bir çocuk belirliyor arkada. Ekrandaki yüzlere bakıyor. Karelerden başkaları ona el sallıyor. Gülüyor herkes. “Nasılsın?” diye soruyor biri. Kulaklıkları çocuk alıyor, kısa bir sohbetin sonunda, merakını gideriyor, gidiyor. Okumalara devam ediyor herkes. Birisi hikayesini okumaya başlayacakken “merhaba” diyor bir ses. Ses yankılanıyor merhaba! merhaba!…Kahkahalar kopuyor. “Karaoke mikrofonu aldık da bugün,” diyor birisi. Konular dağılıyor, toparlanıyor. Çocuklar kucaklara geçip bizleri dinliyor, kediler ekranların önünden, klavyelerin üzerinden geçiyor, kuryeler paket teslim ediyor, kapılar çalıyor. Sadece kurguladığımız hikayelerle değil, birbirimizin hayatlarına, hikayelerine ufak sürprizlerle, rastgele karşılaşmalarla dahil oluyoruz. Eros’a kavuşuyoruz.
İzlemek isteyenler için Esther Perel videoları:
Yazıevi insanlarımı özlerken buluyorum ben kendimi gün içinde…
Dahası yok.
İyi ki…