Fırtına’nın Kalbine Yürürken…

Natalie Goldberg, “Old Friend From Far Away” (Uzaktan gelen eski dost) kitabının girişinde okura not yazmış. Şöyle başlıyor; “Bu kitap sadece okumanız için değil, yazma süreci ve hafızanızın yaşamıyla sizi sırılsıklam etmek için tasarlandı. Sık sık yazmak üzerine notlar alırız, yazmak üzerine düşünürüz ama asla yazmayız. Sizden fırtınanın kalbine yürümenizi istiyorum, saçlarınızdan, kirpiklerinizden kelimelerin akmasını, ellerinizde asılı kalmasını istiyorum.”
“Old Friend From Far Away” anı yazmaya bizi davet ediyor.
Nasıl güzel bir davet bu. Yazıyla, kelimelerle sırılsıklam olmak. Çoğumuz fırtınayı kapalı pencereler arkasından izleriz. Evimiz sıcak, elimizde çay, pencere kenarında durup dışarıya bakarız. Şimşekler çakar, ağaçlarda yapraklar savrulur, gökyüzü bembeyaz olur ve gümbür gümbür gürler gök. Hiç birimiz fırtınada dışarı çıkmayı düşünmeyiz. Ama Goldberg bizi yazarken dışarı çıkmanın da ötesine, fırtınanın en şiddetli yerine, kalbine yürümeye davet ediyor. Öyle ıslanalım ki saçlarımızdan kirpiklerimizden kelimeler aksın, gerçeğimizle sırılsıklam olalım istiyor.
Kırk yıl fırtınayı pencereden izledim. Onu tarif ettim, hikayeler kurguladım onunla, yağmurun pencereme nasıl çarptığını çok güzel anlattım. Şimşeklerin gökyüzünü nasıl çatlattığını, gök gürültüsünün sesini anlatacak güçlü kelimeler yarattım. Fırtınada sırılsıklam olmayı öyle bir tarif ettim ki, ben bile fırtınanın kalbine yürüdüğüme inandım.
Yazan kişi iyi bir gözlemcidir. Biz “mış gibi” dünyalarda dolanmayı biliriz. O dünyaları yaşanmış gibi, olmuş gibi, hissedilmiş gibi kurgulamayı biliriz. Okuruz, çok okuruz…okuduğumuz her hayat bir süreliğine bizim hayatımız olur. İyi anlatmayı içinde dolandığımız kitapların dünyasından öğreniriz. Ama aslında hep pencereden bakarız. Fırtınaya girmeye cesaretimiz yoktur. Halbuki bizi yazıya götüren, anlatma isteğimizi doğuran, elimizi kaleme götüren kendi fırtınalarımızdır. Biz fırtınayı çok iyi biliriz. O içimizde yıllarca hız alır, büyür; çok şimşek çakar, gök gürültüsü bizi sağır eder. Biz yazan kişiler fırtınayı tarif edecek, onu anlatacak, kurgulayacak kelimeleri kendimizin dışında bir yerden topladığımıza inanırız. İyi bir yazar olmak için eğitiriz kendimizi, tüm kelimelerimizin aslında içimizde bir yerde bizi beklediğini, tarif ettiğimiz o fırtınanın çok derinlerde bir yerde, içimizdeki bir fırtınadan kopup geldiğini bilmeden.
Bugün ben çayımı masaya koyuyorum ve kapıyı açıyorum. Dışarıda rüzgar ağaçların dallarını savuruyor, yağmur yüzüme inen binlerce iğne gibi batıyor. Yürüyorum, rüzgara, içime işleyen yağmura rağmen. Kalbim hızla atıyor, başım dik emin adımlarla fırtınanın kalbine, kendi gerçeğime, içimde hep var olduğunu bildiğim o fırtınayla buluşmaya gidiyorum. Siz de kendi fırtınanıza doğru yürümeye hazır mısınız?
Değişim geldi kapıya. Çalışindan belli.Birazdan kopacak fırtına. Hiç haber vermezdi, yine vermedi. Bu sefer baska. Saklanmayacağım bu kez ne yagmurluğun ne de başka bir örtünün altına. Hatta açıyorum ardina kadar tum sırlarımı. Benim olmayanlar gitsin. Kalbine yürüyorum fırtınanın. Kollarım açık, ben döndükçe kasırgaya dönecek fırtına. Kabukları düşsün yaralarımın. Eskimiş ne varsa veriyorum dalgalara. Geriye kalandan doğururum kendimi.Yine ve yeniden değişim ve ıslanma vakti.
Taşınıyorum. Toplanmış eşyaların ortasına oturdum fırtınayı yazıyorum. İçim hep fırtınalı zaten.
Ben çoktan hazırmışım
Sadece zamanını bekliyormuşum ve sizin gibi güzel insanların hayatıma girmesini
Çok teşekkür ederim
Şahane! Harika ifade etmişsiniz. Ben fırtınada balkonda oturuyorum:) bu da bir çeşit pasif girişim sanırım:) çok teşekkürler ilham veren yazınız için!
Şu an aynı yoldayım ,göz gözü görmüyor ,yürüyorum yalnız değili(m) z
İşte bu! İlhamın kalbi!
Fırtınalar koparsa kopsun, sürüklesin yazıyla bizi…Fırtınaları kucaklama vakti misler gibi bir yazı.