Görgü Tanığı: Nil Yüksel

“Ne oldu burada anlat.” diyor polis memuru.
“Kavun.” diyor başka bi’ şey demiyor Erol Baba. Solmuş pembe çiçekleri artık görünmeyen sarı kanepeye çakılmış; bir ileri, bir geri sallanarak sayıklıyor.
“Başka da görgü tanığı yok ki.” diyor memur.
Olmaz olur mu hiç? Gördüm ben her şeyi; anlatacağım. Hele sen çek şu feneri gözümden.
Hey gidi günler.
Bu eve geldiğim ilk gün, sanki dünmüş gibi aklımda.
İlk tanışmamız:
Melek Anne’nin yaldızlı paketimi açmasıyla ışıldayan yüzü, sevinçle gülen çocuksu mavi gözleri.
Kaç yıl oldu kim bilir?
Çocuktu Derya o zamanlar.
Harçlıklarını biriktirip özenle seçtiği anneler günü hediyesiydim ben.
Aslında daha o gün anlamalıydım başıma gelecekleri.
Elleriyle şöyle bir havaya kaldırıp beni beğeniyle süzdükten hemen sonra çamaşır makinesine atıvermişti Melek Anne.
Allahtan etiketimi kontrol etmeyi akıl etmişti de ipekli kumaşım sayesinde iyice haşlanmaktan kurtulmuştum son anda. Makinede işim bittikten sonra da balkona asıldım.
Uzun sürmedi Mayıs güneşinde kurumam.
Artık bitti diye düşünürken bir de ütüyle tanıştım. Biraz canım yandı doğrusu ama Melek Anne’nin söylediği neşeli şarkı keyfimi yerine getirmişti.
Hava kararırken ben de bu küçücük salonun baş köşesindeki yemek masasının üzerine serilmek suretiyle yerimi bulmuş oldum. Derya büyük bir dikkatle yerleştirdi tabakları üzerime. Çatalları sola, bıçakları sağa dizdi özenle.
“Babam geldiiii.” diye bağırarak neşeyle kapıya koşuşu geldi gözümün önüne de, ne güzel günlerdi be!
Güler yüzlü, ağır başlı; doğru düzgün bir adamdı Erol Baba.
O ilk günkü kutlamanın ardından misafir örtüsü yapmıştı Melek Anne beni.
Evin geleni gideni eksik olmazdı hiç. Ne yemekler, ne davetler gördük. Haftada iki üç kez yıkanır ütülenir, en güzel halimle süslerdim masalarını.
Günün birinde Derya’nın büyüyeceği, aşık olup evlendiği adamın peşinden giderek Almanya’ya yerleşeceği aklımın ucundan geçmezdi o zamanlar.
Derya’nın evden ayrılışıyla yüzünü gösteren mutsuzluk, Erol babanın işten çıkarılmasıyla büyüdü, kendini alkole vermesi ile de iyice çöktü üzerimize…
Derya’nın evden gidişi Melek Anne’nin suçu oldu Erol Baba’nın gözünde. Oysa tek suçu kızına arka çıkmaktı kadının. Artık her şeyden kavga çıkarır olmuştu Erol Baba.
Kız gitti senin suçun, işsiz kaldım senin suçun, yemek tuzlu senin suçun, rakı bitti senin suçun.
Hiç cevap vermez gerekmedikçe konuşmazdı Melek Anne.
Yine de kavgasız günümüz geçmez olmuştu evde. Konu komşu önce ayağını çekti, sonra selamı sabahı kesti.
Benim de misafir ağırlayacak halim kalmadı artık…
Melek Annenin saçları ağarırken ben sarardım. İpek tenim keçeleşti yıkana yıkana. Damla damla kullanılan çamaşır suyuna inat lekeler birikti üzerimde. Sıradan günlük bir masa örtüsü oluverdim.
Bir tek üst kattaki Gönül Abla, ara sıra alışverişi bahane edip evden çıkan Erol Baba’nın hemen ardından damlar, ayak üstü uğrayıp bir kahve içerdi de, ancak o zaman iki lafın belini kırarlardı Melek Anne ile.
Çığlığı duyup polisi arayan da o olmalı…
Sahi, onu anlatıyordum ya ben.
Bu akşam da öncekilerden farklı başlamadı aslında.
Sadece soğuktu biraz. Kışın zaten zor ısınır bu salon. Ama bu akşam gerçekten buz gibiydi. Sanki kalorifer yanmıyor gibi…
Melek Anne tabağına aldığı iki lokma yemeği zorla yuttuktan sonra örgüsünü alıp hemen önümüzdeki kanepeye geçti. Erol Baba da beyaz peyniri katık ettiği rakısını yudumluyordu her zamanki gibi.
Ben de uyukluyordum; artık dayanamıyorum eskisi gibi geç saatlere kadar, gözlerim kapanıyor. İçim geçmiş…
Melek Anne’nin sesine uyandım. Mutfakta dilimlediği kavunu getirip Erol Baba’nın önüne koyarken avaz avaz bağırıyordu. İlk kez bu kadar sinirli görüyordum onu.
“Canıma yetti be adam, sen benden ne istiyorsun? Doğalgaz faturasını ödeyemediysen bu da mı benim suçum?”
Masanın üzerinde duran boş rakı şişesini gösterdi;
“Bu zıkkıma para buluyorsun ama.”
Erol Baba koşarak mutfağa gidip geri döndüğünde hala öfkeyle bağırıyordu Melek Anne.
Sonra tiz bir çığlık çıktı ağzından, hemen ardından yere düştü…
Üzerine kavun çekirdekleri yapışmış olan o koca bıçağı Melek Anne’nin bembeyaz karnına nasıl sapladığını görmedim.
Neden kavga ettiklerini de anlayamadım.
Bildiğim tek şey şu an Melek Anne’nin üzerinde boylu boyunca uzandığım…
Bir de üzerime; cilası solmuş parkelere yayılan bu sıcak şey:
Eski neşeli günlerimizde Erol Baba’nın balkonda yaktığı mangal ateşi kadar kırmızı.

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
2 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Gizem Ardıç
Noble Member
18/02/2020 23:33

En sevdiklerimden 🙂

Nil Yüksel
Trusted Member
22/02/2020 15:01
Reply to  Gizem Ardıç

❤️

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz