Hikâye Kutusu – Metin Çalışkan
eskicilere sorun söylesinler
tozlu cümlelerle
paslı düşlerle
üç mandal
bir parça yağmur
boş bir çerçeve
ve bir hikâye karşılığı verdiğimi
elimde ne varsa
Suat Sezgin (Edebiyat dünyasının farklı dönemlerinde birkaç defa hayata gözlerini açtığına inanılan şair kişisi)
Zat-ı muhterem Bay Chang’in dükkânından edindiğim geyik desenli ahşap kutu yazı hayatımın (ki böyle bir hayatım varsa) en önemli dayanaklarından biri oldu. (Diğerleri de Kimsesiz Eserler Kütüphanesinden aşırdığım üç kitap; Sıtkı Nadir imzalı Düş Terbiyecisi’nden Düş Tabirleri Cilt II, İlham Perileri Nasıl Hayata Döndürülür, Henüz Basılmamış Muazzam Eserler) Nasıl olmasın, kutuya sihirli sözcükleri fısıldıyorum, kapağını kapatıyorum ve hoppppp birkaç dakika içerisinde hikâyem elimde. Evet, benim hikâyem, canım, güzel hikâyem. Kıymetlimmmmmmmmmmmm…
Ama şimdi beni bir kenara bırakalım. (Kabul edin zaten çok da önemsemediniz) Gelin sizi düşünelim. Biraz kurmacanın sınırlarında gezinelim ve o sınırların öğrenilmesi gerektiğinden ancak aşılamaz olmadığından bahsedelim. Eh neticede sizden benim kadar şanslı olmanızı beklemiyorum. (Bay Chang’in iki müşterisi var; biri Bay Chang, diğeriniyse tahmin etmek güç değil) Elinizde benimkine benzer bir hikâye kutusu olduğunu da sanmıyorum. Yine de umut var. Etrafınız ‘şey’lerle ve hikâyelerle örülü. Onları anlatmak sizin elinizde. Yeter ki, izleyin, dinleyin, öğrenin, cesaret edin… Ya da her şeyi boş verip sadece kaleminize güvenin.
Bir Çin atasözü der ki, inanmak için görmeyi bekleme, görmek içinse beklediğin tek şey inanmaktır. (Ah ne güzide bir atasözü… Çevirmeni de ismini vermek istemeyen bir dostumdur. Hikâyeciliğin yanında geçmiş zaman satıcılığı yapar) İnanırsanız ve çokça okursanız hikâyeleri görmeniz ve iyi bir anlatıcı olmanız kaçınılmaz olacaktır.
Peki ne yapmalı? Benim gibi aylaklık edemezsiniz. (Buraya kadar okuduysanız sıkın dişinizi… Ayrıca bu iki anlama gelir; bir bende hâlâ iş var. İki siz gerçekten yazmak istiyorsunuz. (Diğer anlamlar umurumda değil -parantezi kapa-)) Yazmaya başlayacaksınız ya da halihazırda yazıyorsunuz diyelim. Bu harika. En zor olan ilk aşamayı geçmişsiniz bile. Bu aşamadan sonra geriye en zor olan 372827 aşama kalıyor. (Eh kolay olmasını bekleyemezsiniz. Burada asıl mesele tüm zorluğuyla, ip üstünde yürüyen deli bir cambaz gibi hissettirdiği tüm anlarıyla, yazmanın her şeye değer olması. Bir noktaya daha değinmeliyim, sayıların toplamının özel bir anlamı yok. Belki de Maya kültüründe vardır. Emin değilim) Sizi yolunuzdan döndürmek isteyecek pek çok kişiyle, pek çok gerçekle yüzleşeceksiniz. Bazen bu kişiler en yakınlarınız; hatta edebiyatçılar tarafından kabul görmüş, çok saygı duyulan kişiler de olacak. (Edebiyatta çeteleşme başka bir yazının konusu. Ama illa bir edebi çeteye, derneğe katılmak istiyorsanız kapısında ‘Üye Olmayanlar Girebilir’ yazan Kimse Kimsenin Bir Haltı Değildir Yazı-Çizi Derneğini deneyin) Onların söylediklerini dikkatle dinleyin. O kadar dikkatle dinleyin ki, bu sözler ruhunuza işlesin. Ve ihtiyacınız olanı alın. Gerisiniyse, özellikle yazmayı bırakmalısına varan cümleleri yakın gitsin. (Dilerseniz külleri bir kavanozda saklayabilirsiniz)
Bir de çok okumak meselesi var. Bir yazar olarak (evet kendinizi bir yazar olarak kabul edin ve buna göre yaşayın. Hem öyle düşük seviyede biri gibi hissetmenize de gerek yok. Edebi Tanrı’nız kimse onunla kıyaslayın kendinizi. (Hemingway-Yazmak Üzerine’den alıntımsı bir cümle olabilir bu) ama kişisel egonuzu da bir kenara bırakın) (ah pardon; işe yarayacağına inanıyorsanız bir kartvizit de bastırabilirsiniz) çok okumalısınız. Tabii burada da size yol göstermek isteyenler olacaktır. Yukarıdaki yöntemin benzerini burası için de kullanabilirsiniz. Onları dinleyin elbette ama şu da bir gerçek; asla okumaya yetemeyeceksiniz. Okumadığınız pek çok kitap kalacak. Bu yüzden kendi listenizi oluşturmak iyi gelebilir. (Yakında liste oluşturmakla ilgili bir liste yayımlayıp Nobel’e aday olacağım) Burada da bir iki püf noktaya değinelim. İlk olarak eskiyi mi okumalı çağdaşı mı? Ne yazık ki bir dengeyle gidip ikisini de… Siz bir edebiyat nehrindesiniz, geçmişin akıntısından güç almanız gerek. Ama alınmaca gücenmece yok. Bugün, şu anda yazıyorsunuz. Ait olduğunuz yer burası. O halde çağdaşlarınızı okumak bugün üzerine fikir sahibi olmanızı sağlayacaktır. (Bu demek değildir ki siz demode sayılacak bir şeyler yazmayın, ya da eskiye fazla kapılıp deneysel metinlerden uzaklaşın. Bu konuda ne yapacağınızı siz belirleyeceksiniz)
Bir iki temel noktaya değindik. (Ah hâlâ mı buradasınız? Eh müteşekkirim doğrusu. Bu arada yazının tüm telifi ‘Yazabildiğini Sanan Yazarlar’a bağışlanacaktır) Gelelim asıl meseleye. Bu yazının özüne, kalbine, ışık saçması muhtemel ana damarına… Kurmaca da yazsanız, kurmaca dışı da yazsanız ürettiğiniz alanın sınırları mevcut. Bu sınırları bilmenin sizi baskı altına alacağını düşünmeyin. Aksine öğrendikçe onları aşabileceğinize dair inancınızı kuvvetlendirin. Kendinizi sınırlandırmak yaratıcılığınızı da tetikleyecektir. (Buna benzer bir cümleyi çok çok önemli bir sanatçı söylemişti acaba kimdi, aklımdan çıkmış. David Lynch olabilir mi? Öyleyse epey mahcup olurum. (İnternetimin bağlantısı kesik bakamıyorum)) Bu da doğru bir bakış açısı. Yaratıcılığınız geliştikçe sınırlarınız da genişleyecektir.
Peki hikâye bulmakta zorluk çekiyorsunuz diyelim. Hakikaten öyle mi? Hikâye bulamıyor musunuz? Ya da buldunuz nasıl anlatacağınızı mı bilmiyorsunuz? Ben de bilmiyorum. Şimdi size fısıldayacaklarımı kimselere söylemeyin. Hikâye ararken önce etrafınıza bakın… (Robert Rodriguez demiş kiiiiii; “El Mariachi’yi yaptığımda elimde bir kaplumbağa, bir gitar çantası ve küçük bir kasaba vardı. Ben de bunların çevresinde dönen bir film yapmaya karar verdim.” (İnternetim bir süreliğine geri geldi)) Ayrıca okuduklarınız da size bu konuda oldukça yardımcı olacaktır. Nasıl anlatacağım mı? Şunu daima hatırlayın. Bir hikâye her şeye, her şey de bir hikâyeye dönüşebilir. (Şeker Portakalı kitabı üzerine yemin ederim ki bu benim lafım) Kartpostallarla bir hikâye kurun, okul yıllığıyla bir hikâye kurun, akan bir jenerikmiş gibi bir hikâye yazın, gazete haberi şeklinde bir hikâye oluşturun ya da benim de duymadığım bir biçim kullanın, bir hikâye anlatın. Yeter ki beni; okuru inandırın. (Ki inanmak için can atan bir insanımdır) Yeter ki; biçimle içerik uyumlu olsun. (Bu sözü de yakabilirsiniz)
Şimdi burada son cümlelerimin bir kısmında sesim bir parça gür çıkacak. (İnanamıyorum hâlâ kalıp okumaya devam edenler görüyorum) Sınırları ve sınırsızlığı keşfedin ve yazmaya devam edin.
*Bu yazıdaki pek çok detay tamamen gerçek veya tamamen kurmacadır. Ne önemi var? Ben ki kendimin bile kurmaca olduğu iddiasındayken…
Metin Çalışkan
Mayıs 2020
Parmaklarına sağlık teşekkürler
Hâlâ kalıp okumaya devam eden biri olarak söylüyorum ki, iyi ki yazıyorsunuz. “Sınırları, sınırsızlığı keşfedin ve yazmaya devam edin.” cümlenizi de kalemime koyup defterime gidiyorum.
Var olunuz, çok teşekkür ederim. Daha nice yazılarda buluşmak ümidiyle 🙂