Köln: Mart 2021

Üniversite derslerinden birinde Peter Mayle’nin “A Year In Provence” kitabını okuduğum günden beri, böyle bir kitap yazmak istedim. Aradan yıllar geçti, Ankara’daki ilk yılımı yazabilirdim ya da Istanbul’a taşındığımda orada geçen ilk yılımı da yazabilirdim. Neden bilmiyorum ama olmadı. Almanya’ya geleli 46 gün oldu. Artık vakti geldi dedim ve yazmaya başladım demeyi çok isterdim, ya da disiplinli bir şekilde, “günlük tutmalıyım” diyerek başladığımı da söylemek isterdim. Ama öyle olmadı. Yazamadığım, tıkandığımı düşündüğüm bir anda kendiliğinden ortaya çıkan yazı bana Mayle’nin kitabını, yıllar önce koyduğum niyeti hatırlattı. Önümdeki yazıya baktım, “bu yazılar o kitap olsun” dedim ve başladım. Öyle başladı bu maceram. 

17 Mart 2021
Koltukta otururken, bir kitap okurken ya da bir filmin ilk sahneleri açılırken önümde, yazabileceğime inanıyorum. İçimdeki hikayelerin sesini duyuyorum. Hazır olduklarını biliyorum. O an orada otururken, sadece kelimeleri çıkartmak gerektiğini, cümleler sıra sıra dizilince hikayenin su gibi akacağını hissediyorum. İzlediğim film biter bitmez o gazla yazacağıma söz veriyorum. Geçiyorum boş sayfanın önüne. Köln’ü anlatacağım. 57 yaşında kıçımıza rahat mı battı diye zaman zaman düşündüren bu taşınma kararının ilk günleri hatta ilk yılını kaydedeceğim. 40 gündür buradayız. Yeni bir şehirdeyiz, yeni bir kültürün içindeyiz, her şey yeni…yazacak milyonlarca hikaye birikir bu sürede, hem de yeni bir yerde. O yüzden anlatılacak şey çok ama girişi bulamıyor parmaklarım. Zihnim sürekli bir o girişe bir diğerine koşuyor, yorgun ve bitkin kalıyor. Çatıda oturan iki kadından mı, karşı apartmanda bornozuyla dolaşan adamdan mı, çatıya çektikleri peri ışıklarından mı, kapımın önüne sürekli köpekler işiyor diye koca şehirde şikayet edecek beni bulan adamdan mı başlamalı. Belki de cesaret edip Almanca yanıt vermeye çalıştığım kadının benim Almancam çok iyi değil dediğimde benimle Fransızca konuşmasından başlamalıyım. Kapıya gelen, ilk günlerde çokça ısmarladığımız Amazon ürünlerimizi getiren adama yanıt vermeye çalışırken gevelememden de başlayabilirim. Belki köpeklerin kakasını toplamak için çöp kutularına yerleştirilen plastik poşetleri anlatırım önce. Ya da kocaman parkta Freedom’ın koşuşunu. Köpeklerini kokteyl partisine getirmiş gibi çimlik alanın ortasında sohbet eden köpek sahiplerini de anlatabilirim, ya da yolun karşısında, tramvay yolunu geçince hemen karşısındaki parkta toplaşmış üniversite öğrencilerini, yoğun esrar kokusunu, ilk o parka gittiğimizde yarı donmuş gölde buzpateni yapanları, gölde yüzen kazlarla ördekleri de anlatabilirim. Oradaki Japon Kültür merkezini ve önünde açmaya başlamış kiraz çiçeği ağaçları anlatırım. Belki süpermarket zinciri Rewe’den başlamak lazım. Sıra sıra dizilmiş ürünlere bakarken rafta duruşları, renkleri, paketleri, her şeyleriyle çokça Amerika’yı andıran ama üzerindeki hiç bir şeyi anlamamanın garip duygusunu önce anlatabilirim. Badem unu nedir diye internette arama yapmaya çalıştığımda internetin çekmediğini de anlatabilirim. Badem ununu glüteni, nasıl olsa etiketlerinden anlamayacağım ürünleri bırakıp karşıda Bakerai yazan yerden sabahları aldığım taze Alman ekmelerini nasıl yediğimi, üzerine bir de Almanya burası diyerek tereyağı ve reçel sürdüğümü anlatabilirim belki. Aldığım kiloları kim görecek, ne fark ederlerimi, yoga yapmam gerekiyor diyerek ilk günlerde hemen kendimi güvende hissetmek için ısmarladığım artık bir rafta duran, yoga matımı ve bolster’ımı da anlatabilirim. Latin Amerika’dan ısmarladığımı sonradan anladığım, bir dolu gümrük ödediğim şirin Ukulelemi de anlatabilirim. Ya da su arıtma cihazını Amazon’dan ısmarlarken Türkiye adresine gönderdiğimi…Tek bir odanın içinde her şeyin yerini nasıl sürekli değiştirdiğimi ama cam bir masayı ahşap yapamadıkça aradığım o sıcaklığı hiç bulamayacağımı anladığımı da anlatabilirim. İlk günlerde Istanbul’daki evimizdeki kocaman yataktan sonra yarısı büyüklükteki yataktan neredeyse düştüğüm geceyi, buradaki odamızın perdelerinin kalınlığını, perdeler açık yattığımızda gece gökyüzünde silüetlerine baktığım evlerin damlarını da anlatabilirim. Yürümeye başladığımdan, yağmur, soğuk, rüzgar demeden Almanlar gibi köpekleri her sabah yürüttüğümden bahsedebilrim mesela. Ütüsüz kıyafetlerin nasıl yığıldığından da bahsedebilirim. Almanca öğrenmeyi inatla red edişimi, nedenini anlamasamda bunu yapışımı, yapamadığım, yapmak istemediğim her şeyi dil bilmiyoruma nasıl bağladığımı, sonra kendimden sıkılıp her sabah köpeklerle yürürken kulaklığımla bir saat nasıl almanca sohbetler dinlediğimi de söyleyebilirim. Bazen hiç bir ülkenin diğerinden farklı olmadığını hissetmenin garip yersiz yurtsuz hissini, dişimin bazen sızladığını, burada diş hekimi doktor tanımadığımdan idare edişimi anlatabilirim. Neleri yaşarken nelerden vazgeçtiğimizi bazen düşündüğümü, sonra da yaşanan hiç bir şeyin gerçek, kalıcı olmayışını, o zaman ahşap masaların önemsizleştiğini de anlatabilirim. Bukalemun hallerimden kirpiye dönüşümümü, kirpiyken bile nasıl renk değiştirdiğimi de yazabilirim. Sabahın dördünde karşıda ışıkları çoktan sönmüş pencerelere bakan bu pencerenin önünde kulağımda farklı dillerde müzikler dinlerken uyumam gerektiğini, yatağın artık duvar tarafında uyuduğum için güvende hissettiğimi anlatabilir, şimdi yatabilirim.

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
9 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Aysegul Yilmaz
Trusted Member
30/03/2021 23:58

Canım yaaaa. Evet kiicmiz rahat battı durumunu seven acayip insanlarız. Daha çok konuşmamız gerektiği hissiyle oturuyorum su ekranın basında. Seni çok öpüyorum kocaman sariliyorum❤️❤️❤️

Dilek Metinoğlu
Member
28/03/2021 13:41

Yazını bitirip kafanı kaldırdığında camdaki yansımanı gördüm. Gözümde büyüttüğüm tüm değişikliklerin, hayatın market rafında paketlenmiş bir halinde, etiketinde yazan kargacık burgacık detaylardan başka bir şey olmadığını gördüm. Freedom’ın alışkanlıklara tasmalı bizden gerçekten de çok daha özgür olduğunu gördüm. Kelimelerinde seni gördüm, gördüğüme de çok sevindim, sarıldım sarıldım öptüm. 🙂

Aysim Goral
Noble Member
26/03/2021 10:50

“Yatağın artık duvar tarafında uyuduğum için güvende hissettiğimi…”

Yaktı, geçti.

O zaman bu gün neye bakacağımı buldum.

Sevgi Erzi
Trusted Member
26/03/2021 08:38

Anlatılacak çok şey var oley! Hepsini merakla bekliyorum ve aslında hepsi anlatılmış, ne güzel… Şimdi artık yazabilirim (Özellikle nokta koymadım yazabilirimden sonra. 😉 )

Necdet Külçe
Noble Member
25/03/2021 23:54

Can Yücel’in “Değişik” adlı şiirini -Yeni Türkü’nün şarkısı diyelim – anımsadım. Yaşamın içinde, şiirdeki gibi beklenti ve ümitlerimizin karşılığını bulabilseydik keşke. “başka türlü bir şey benim istediğim: ne ağaca benzer, ne de buluta. burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava.. bir başka yolculuk dalından düşmek yere yaşadığından uzun bir tatlı yolculuk dalından inmek yere ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince nerde gördüklerim? nerde o beklediğim rengi başka tadı başka.. ” Bir gün geliyor, zihnimizdeki algıda; havaalanları, şehirler, açan çiçekler, kadınlar, erkekler, kediler, köpekler hep birbirine benziyor. Diğer bir deyişle, farkın… Devamını oku »

Sevgi Erzi
Trusted Member
26/03/2021 08:45
Reply to  Necdet Külçe

Ben de Amsterdam’da yıllardan birinin temmuzunda gezerken, karla karışık yağmurla donumuza kadar ıslanıp, kalabalık, camları insan nefesiyle buharlanmış bara sığındığımızı, bira, patates ve pizza kokularıyla doyup, tadlarıyla sarhoş olduğumuzu ve alel tecel alınmış I <3 Marijuana yazılı sweatshirtleri giyip ısınarak mayıştığımız günü anımsadım.

Ozlem Kiper Kiper
Active Member
25/03/2021 16:04

Büyüdüğümüz Anadolu şehirinin haritasıyla, yeni ve bilmediğimiz bir ülkede yolumuzu ve yönümüzü arıyoruz demek geldi içimden. Benzer hisler farklı deneyimler, aynı her zamanki biz işte.

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz