Rıza Bey
‘Rıza Bey’in önünde bir deste beyaz kağıt, elinde kalem öyle düşünüyordu.’
Daha ne kadar yazacaktı? Daha nerede başlardı? Öte başka mıydı? Başkaları ne der diye sustukları zamanları düşünüyordu. Birazdan elindeki kalem hareketlenmeye başlayacaktı. Durmaksızın yazacaktı. Arada acıkacak, ağzına bomboş dolabından bir dilim peynir atacaktı. Ekmek isteyecekti canı. Kalkıp almak zorunda kalacaktı.Ekmeklerin yine küflendiğini hatırlayacaktı. Ekmeği nasıl ayarlayacağını bir türlü anlayamamıştı. Anlayamadığı onca gerçek arasına ekmeği de eklemesi gerekecekti.
Ekmek de listeye eklenecekti. Önündeki kahvesi soğuyacak, gün içinde hiç çalmayan o telefon darbe olmuş da haber vermek ister gibi durmaksızın çalacak, düdüklü ötecekti. Bunların hepsini duymamazlıktan gelecek, geride bırakacaktı. Gerisinde bırakamadığı onca hikayesi varken şimdi düdüklünün tıslayan düdüğüyle, kahvenin demiyle ilgilenemezdi. Hem demlenen kahve olamazdı. Dem çayın işiydi.
Çayı da en güzel o demlerdi. Kapıyı tokmağıyla çalardım. Çünkü öyle isterdi. Burnunun üzerine düşürdüğü yakın gözlüklerinin üzerinden bana bakar, ‘’Hoşgeldin küçük cadı ’’derdi. Camın kenarına geçer, saatlerce kuşlara bakardık. Önce konuşmazdık. ‘’Çay demledim içer miyiz?’’ diye sorardı. Sesinde hep bir lütfen vardı. Kimseden duyamayacağınız kadar narin. Kimseyle karşılaştırılmayacak kadar nadir. Bardakların biri dolar biri boşalır, çayın demi dibine çökerdi. Onun gözleri içine kaçardı. Sonra bana döner; ‘’Anlatsana ‘’ derdi. Aşk acılarımı, hayal kırıklıklarımı, yalanlarımın temize çekilmiş doğrularını dinlerdi. Dayanamayıp sorardım ‘’ Sizce acı nedir?’’ İlk kez duymuş gibi bakardı.
Kimse kendi acısını göremeyecek kadar nasır tutmamalı şu hayatta. Kimse nasır tutmuş acılarının açtığı yaralardan binmemeli ölümün trenine.
Dün mezarlıktan dönerken artık kararını vermişti. Dolapta kalan son peyniri ağzına atmış, küflenmiş ekmek parçalarını ayırıp, kuşlara yem diye pencerenin mermer pervazına bırakmıştı. Kuşların gökyüzünde süzülüşüne bakmıştı. Gözlüklerinin ardındaki gözyaşını o zaman görmüştüm. Dikkatimi gökyüzündeki kuşlara vermemi istemişti. O zaman duymuştum kuşların kanat çırpışlarındaki müziği. İki kanat çırpışı arasında bir boşluk olur. Süzüldükleri bir boşluk. Sonsuz kayışlarıdır bu kuşların.
Kuşlar sonsuzluktaydı. O ölümde. İçinde zehir gibi bir boşluk vardı. Gözlerinde sahipsiz birkaç gözyaşı. Kafasında puslar ağzında suslar dolanıyordu. Bozuk bir şarabı bir nefeste içmiş gibi bir boğaz yanması geçiyordu içinden. Kalktı bomboş buzdolabının olduğu mutfağa girdi. Buzdolabını geçti. Hemen yanındaki yorgun duvarda asılı kırmızı teneke ilaç dolabını açtı. Tansiyon ilaçlarını eliyle iteledi. Arkada duran pembe dil altı ilaçları dikkatini çekti. Doktor birden fazla alınmaması konusunda gereğinden fazla uyarı yapmıştı. Pembe küçük ilaçlara uzandı. Ellerinin titrediğini o an fark etti. Gülümsedi.
Az önce bıraktığı bir deste kağıdın öylece durakaldığı masanın başına geldi. Koltuğuna oturdu. Sırtına yastığını aldı. İlaçların hepsini avucunun içine sığdırdı. Ne kadar küçükler, yetecekler mi acaba diye geçirdi içinden. Öldürmeye yeterler mi? Ölüme yetiştirebilirler mi? ‘’Yettiği kadar Rıza.’’ dedi. Bunu sesli söyledi. Kendine seslendi.
Destenin içinden rastgele bembeyaz bir kağıt seçti. Kısa bir camdan kuşlara baktı. Görüntü neden buğulanıyordu düşünmek istemiyordu. Odaklanamıyordu. Kalemi eline aldı.
Küçük cadı’ya ;
‘’Taslak çekmecede. Kitap sende.’’
Sabah ambulans seslerine cama çıktığımda gittiğini biliyordum. Buzdolabının bomboşluğu, küflenmiş ekmekleri, tek kişilik tabak çanağı gözlüklerinin ardındaki gözyaşının sebebiydi. Hepsini de alıp kuşların kanat çırpışlarındaki boşluğa doğru gitmişti.
18.05.2021
Dubai
Kimse nasır tutmuş acılarının açtığı yaralardan binmemeli ölümün trenine… Çok güzel yazmışsınız, ama hem Rıza Bey’in hikayesini hem de küçük cadı’nın taslakla neler yapacağını merak ettim, umarım devamı gelir:)
‘yalanlarımın temize çekilmiş doğruları’ duyduğum en güzel iç rahatlatma tanımı. hep yazsana hep okusak ya.
Yaprakcığım… Cesaretlendirdin beni. Hep.
Sevgiler…
yine yazsana
Çok beğendim, kaleminize sağlık 🙂
Gizem,
Çok mutlu oldum.
Detayları çok sevdim. Detaylar mekana bağlanmamı sağladı okurken. Rıza Beyin zihninin içini daha çok görmek isterdim. Böyle konularda karaktere acımakla karakteri merak etmek arasında ince bi çizgi var gibime gelir hep. Acımak ağır bastığı zaman öykü iyi olmamış gibi gelir. Burada ona üzülmek cepte kalacak şekilde merak ağır bastı,öykü düşmedi öyle olunca. Neyi merak ettim? Rıza Beyi bu sonuca götüren birçok olay vardı muhakkak, onlar nelerdi dedim kendi kendime. Yazarın amacı da bu muydu acep? “Yettiği kadar Rıza” galiba Rıza Beyin hayatının özeti. Acaba Rıza, ölümün bile olduğu kadarına razı geldiği için mi adı Rıza? Bir de arıza kelimesi geldi… Devamını oku »
Çok Sevgili Betül,
Böyle başlanmaz mektupların hitabında pek, ama ben işte biraz da böyle.
Ne güzel sorular sormuşsun. Acayip tetikler bırakmışsın ardında, şimdi vakit durup düşünme vakti. Ama Rıza Bey biraz dinlensin.
Sevgiler hep,
Aysim
Ne güzel akmış,iki kanat Çırpışı arasında boşluk,içinde zehir gibi bir boşluk,sonsuz olmak klip çekilir bu hikayeye bayıldım.Kalemine sağlık
Canım Ebru….