Sınırlar
Neden önemli?
Hangi tarafında olmak istiyorsun?
Ülkelerin, şehirlerin, evlerin, okulların bahçelerin sınırları neden var, nasıl aşılıyor?
Toplumun, birlikte yaşadığın insanların sınırlarına nasıl yaklaşıyorsun?
Peki ya kendi ruhunun sınırları?
Nerede biter, nasıl başlarsın?
Rumca kökenlidir “sınır” kelimesi. Sinoro kelimesinden Türkçe’ye evrilmiş.
Eski Yunanca’da hórion, şimdilerde ório.
Hudut sınırları için genelde Sinoro kullanılıyor, zihinde oluşanlar için ise Orio.
Türkçe’de de sınır ve had sözcükleri kullanılır genelde yerine ve durumuna göre.
Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi ve uçtur kelime anlamı.
Daha ötesi yok, gidemezsin buraya kadar der gibi.
Bazen sert, acımasız, affetmez, kesin ve keskin.
Seçeneksiz ve geri dönüşsüz.
Bazen de kapıyı parmağınla itiversen ortadan kalkacak bir toz bulutu.
Küçük Kara Balık misali insan.
Gidemezsin, yapamazsın, ulaşamazsın, bulamazsın denilene açlık duyuyor.
Sonsuz görünen ve ötesi olduğu bilinmeyen bir ufuk çizgisinden bile kapı aralayıp diğer tarafa geçebilmenin peşine düşüyor.
Sınırlar hakkında okuduklarımın arasında en güzel anlatımı Ursula K. Le Guin, Zihinde Bir Dalga kitabında yapmış. Kitap, 4 bölümden oluşuyor. Her bölümün başlığı kendi hayatının en önemsediği alanları olsa gerek. Şahsi Meseleler, Okumalar, Tartışmalar ve Görüşler, Yazmak Üzerine. Aralardaki yazılardan birinin epigrafı çok dikkatimi çektiği için aldım kitabı.
“Bir öykü yazıyor olmak istediğim, ama yazacak bir öykümün olmadığı zamanlardan birinde Anna Karenina’nın sanki doğruymuş gibi sık sık alıntılanan o ilk cümlesini bir kere daha düşündüm, ve bu konu hakkındaki düşüncelerimi yazma zamanı geldiğime karar verdim, çünkü yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Bunlar, bir süre sonra, Michigan Quarterly Review’da yayınlandı.”
Kitaba, ortasından, bu epigrafı yazdığı sayfadan başladım. Le Guin’in çok sıkı bir Tolstoy hayranı olduğunu, oldukça uzunca bir süre yazılarındaki fikirlerine karşı çıkamayacak kadar hürmet duyduğunu ve körlemesine sadık olduğunu, bunun nerede, nasıl ve neden değiştiğini büyük bir merakla okudum.
Anna Karenina’nın ilk cümlesine tekrar bakma ihtiyacı hissettim.
“Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Le Guin’in kendi çocukluğu da, kurmuş olduğu ailesi de “mutlu aile”ye uyarken, bu cümleyi incelemesini ve rahatsız eden kısmı bulmasını, topluma yaptırımlarını anlatmasını okumak oldukça büyülüydü.
Ben de aynı şeyi sınırlar ile ilgili yapabilir miyim diye düşündüm.
Had bilmekten rahatsız olduklarıma bakmak istedim. Bu da benim meselelerimden biri olmuştur her zaman.
Bazı düşünce ve duyguların içeride sirkeleşebileceğini, bu nedenle mantarın kapağını ne zaman açıp havalandıracağını, ne zaman hiç açmana gerek kalmadan derinlerde bırakabileceğini okumak zihnimde bir çok kilidi birden çevirdi.
Kitapta, Şahsi Meseleler bölümünde ki “Sınırda” yazısına gelmeden önce bir kaç yazıyı bitirdim. Farklı bölümlerde olan bir çok yazıda sınırlar ile ilgili bir bağlantı kurdum.
Bu yazı ilk olarak 1996’da Frontiers dergisi için “Sonuçta Hangi Taraftayım?” başlığı ile yayınlanmış bir düşünce yazısı. Bu kitap için “Sınırda” başlığı ile tekrar yazılmış.
Kitabın içindeki bu üç sayfalık yazıyı tekrar tekrar okudum. Altını çizdim, bir çok cümleyi defterime aldım.
Üzerine çalıştığınız, mesele yaratan konularınız ile ilgili birileri ile konuşmaktan daha iyi gelen bir şey var ise okumaktır. Yargılamaz, senin adına düşünmez, seni bulunduğun durumdan kurtarmaya çalışmaz, düşüncelerine müdahale etmez, saf varlığı ile oradadır yazı.
Bununla birlikte yazan için böyle bir yazı okumak dehşete düşürecek kadar durdurucu olabilir.
Böyle bir durumda nasıl olsa yazılmışı var diyerek yazmayı bırakmak, fazla sınır bilmekten insanın kendisine yaptığı son derece haksız bir hak ihlalidir. Bu da sınırsızlıkların en büyüdüğüdür zannımca. Aynısı olmasın diye hiç yazmaya bile başlamadığım yazılarımla, benzeri olmasın diye hiç kalkışmadığım işlerimle kendimi nasıl bir mahkumiyete ittiğimi görmek biraz acımasız gelmedi değil. Dünya görüşü olarak bunu kendimden başkasına asla yapmazdım.
Ursula K. Le Guin, bir sınırın iki tarafı vardır diye başlamış yazısına.
Sınırın Yang tarafını; henüz gidilmemiş, keşfedilmemiş olan coşkun bir vadi iken, yin tarafını gerçekte bulunduğun ve her an birinin ihlal edebileceği kısım olarak tanımlamış.
İhlal edilenin kendi dünyasını kaybetme, anlamsızlaştırma tehlikesini özetlemiş.
Benim Sınırlarım diye bir alt başlıkla kendi sınırları da anlatmış.
Ben bu yazıyı yazmaya başladığımda kendi zihnimin sınırlarına çokça çarptım bu yazıyı okumam nedeni ile. Bunun üzerine yazmak ilk başta hiç anlamlı gelmedi. Yazıp yazıp sildim. Devam etmek istemedim. Nasıl olsa yazılmıştı işte tam istediğim.
Ancak beni kurcalayan bir şey vardı bu düşüncenin ardında. Ursula ile karşı karşıya gelme ihtimalim olsa ve yaptığımı anlatsam ne derdi diye düşündüm.
“ Tabii, bu senin tercihin ama…” ile başlayan bir cümle kurduğunu hayal ettim. Ama’dan sonrasına onlarca cümle düştü. Bunun kendime yaptığım, hatta çokça yaptığım bir sınırsızlık olduğuna karar verdim.
Meseleleri ile ilgili sürekli bir devinim içerisindedir insan. Geçiş ve dönüşüm birden bire değil yavaş yavaş gerçekleşir. Her seferinde bir ileri bazen iki, üç geri giderken devam eder. Dönüşüm dümdüz ilerlediğin bir çizgiden daha çok bir spiraldir. O yüzden asla geri gitmezsin. Gen haritalarının spiralden olduğunu düşündüğümüzde bile bunu anlamak çok zor değil.
Sınır dediğin aşılması gereken elbette.
Bazen de durulması gereken, zamana ihtiyacı olan, yön değiştiren. Yürüdükçe genişleyen, kimi zaman daralan.
Gerçekleştirmekten alıkoyduğunda bir düşünülmesi gereken.
Had bilmek, sınır bilmek önemlidir hala benim gözümde ama gereğinden fazlası insanın kendisine hadsizliğidir. Suçlayacak kimsesi de yoktur o alanın kendinden başka.
Kimi zaman kaldırılabilse de bu ihlal, kimi zaman sınır noktasına dayandığı için o bendin yıkılması gerekir.
Dengeyi yakalayabilmek büyük bir ustalık. Zaman içerisinde içselleşen bir kavram. Yerinde, dengeli ve adaletli sınırlar insanların öz saygılarını besler diye düşünğürüm hep. Her duruma göre de değiştiğini bilmek, görmek, okumak gerekir.
Özen, nezaket ve açıklık ön şartı sanki.
Bir başkasının sınırına girdiğinde çıkmasını bilecek ve özür de dileyecek kadar büyüklük gerektirir.
Sınırlarımızın ötesinde neler olduğunu keşfedeceğimiz ve bu keşfi yaparken kendimiz dahil kimsenin canını yakmayacağımız bir yaşam sürmek insana en yakışanı bence…
Yine Le Guin’in yazısından bir cümle ile bitireceğim yazımı.
Medeni olan ile barbar olan arasında, anlamlı olan ile anlamsızlık arasında sınırlar varsa da bunlar ne bir harita üzerindeki çizgilerdir ne de yeryüzü bölgeleri. Sadece zihnin sınırlarıdır…
Seçil Güven – Haziran 2019
Websitesi:
http://adayazilari.com/
www.kitapgezgini.wordpress.com
Facebook:
https://Facebook.com/Adayazilari
https://Facebook.com/secil.guven.3
E-Posta:
[email protected]
Kalemine sağlık Seçil… Bu konuyu başkası da yazdı dediğim çok şey var kalemin ucuna dökülmeyi bekleyen. Sayende…. Yazıyorum onları. Çok teşekkür ediyorum tekrar
Secilcim kalemine sağlık. Farkındalık yarattın teşekkür ederim
Nasılsa yazılmışı var, üstelik de ne güzel yazılmış, diye düşünerek kendimi yazmaktan alıkoyduğum zaman kendime karşı bir hak ihlalinde bulunduğumu fark etmek, bu düşündürücü ve güzel yazının en can alıcı bölümüydü benim için. Bu farkındalığı sağladığın için teşekkür ederim. Kalemine, aklına sağlık.
Yazının içinde su gibi aktım. Yine düşünecek bir dolu şey bıraktın kucağıma. Hikayen bol olsun Seçil. Kalemine sağlık.