TAKINTI

Atatürk Kültür Merkezi yeni açılmış. Tepebaşındaki eski binadan buraya taşınınca sanatçı kıtlığı yaşanıyor. Koro tam kadro çıksa bile sahne yine de, dolmuyor. Genel Müdür Aydın Gün korist yetiştirmek için iki yıllık kurs açmış. Sınavla öğrenci alınacak. 1971 Eylülüydü. Okulların açılmasına bir hafta kala Lale aradı. ”Hadi biz de sınava girelim” dedi.

Girdik. Kurslar başladı. Haftada iki gün Taksim’deki yeni binaya gidiyorum. Artık hedefim Opera sanatçısı olmak. Hocalar efsane. Haluk Tarcan müzik tarihi, Cenan Akın solfej dersi veriyor. Hepimizde bir hava, bir öz güven. Etrafta büyükler yoksa kızlar Maria Callas ,oğlanlar Mario Lanza havalarında dolaşıyor.

Yıl sonunda bütün sınıfı esas kadro ile birlikte Carmina Burana’da sahneye çıkardılar. Sevinçten havalarda uçuyorum. Kesinlikle Opera’da baş solist olacağım.

Bir sabah gazeteyi açıyorum. Tam sayfa dün gece yanan Atatürk Kültür Merkezinin simsiyah resmini görüyorum. Böylece müzik yaşamım bitiyor. O yıl sınavı kazanıp üniversiteye başlıyorum.

2014 kışında bir gün eve giden yokuşta yeni açılan Müzik Okulunun tabelası dikkatimi çekti. Hemen durdum. İçerisi cıvıl cıvıl çocuklar ve anneleriyle dolu. Yönetici hanım ”Torununuz için miydi?” diye sordu. ”Hayır” dedim. ”Kendim için. Şan dersi veriyor musunuz”? Biraz şaşkın ”Var” dedi. Azerbaycan’dan gelen bir piyano hocamız var. Ama asıl branşı şandır”. Hemen başlıyorum derse. 3-5 ders sonra hocaya niyetimi söylüyorum. Ben bir tek şarkı öğrenmek istiyorum. Puccini’nin hiç tanınmamış bir operasından çok tanınmış bir aryası ”O mio babbino caro”. Hani Maria Callas’ın söylediği. Kadın bana şöyle bir bakıyor. Kararlılığımı görünce ”Belki iki sene sonra bu yaptığımız etütleri yaparsanız olabilir. Belki! Neden olmasın?” diyor. Başlıyoruz çalışmaya. Altı ay haftada iki gün derse gidiyorum. Hoca önceleri beni ciddiye almazken hevesimi görünce o da istekle çalıştırmaya başlıyor. Zaman zaman sesim çıkmayınca dayanamayıp benim yerime kendisi söylüyor şarkıyı. Ben araba kullanırken, evde yalnızken, uzun yolda devamlı çalışıyorum. Arkadaşların, komşuların bazen endişeli bakışlarını yakalıyorum. Ama kahretsin Maria’nın çıktığı notalara çıkamıyorum. Sesim çatlıyor. Okul yaz tatiline girdi. Uzun yolda araba kullanırken çalışmak iyi oluyor. Nihayet bir gün kendi başıma kargalar gibi bağırırken bu işin yolunu buluyorum. Bir ton aşağıdan söyleyince pek de güzel oluyor. Hoca neden daha önce söylemedi ki bunu bana? ”Maria Callas” hedefimi ciddiye aldı demek! Artık kimse beni durduramaz. Sesim çatlamıyor. Söylüyorum da söylüyorum. Eve gidince kocama, yakaladığım arkadaşlarıma, komşularıma, kulağı çok ağır işiten anneme. Artık pek itiraz eden yok.

Müzisyenlerin gece işleri bittikten sonra toplandıkları bir restoranda yemekteyiz. Sanatçılar burada kendileri için müzik yapıyor. İsteyen herkes çıkıp şarkı söylüyor. Bir süre sonra adım söylenip beni sahneye şarkı söylemeye çağırıyorlar. Kaskatı kesiliyorum. Güçlükle ayağa kalkıyorum. Sağ bacağım kasılmış. Felçli gibi sürüyorum. Sahnedeki tabureyi gösteriyorlar. Zorlukla tırmanıp oturuyorum. ”Yahu ben sadece banyoda söylerim. Sesim yoktur”. Ama nafile. Israr çok fazla. Müzisyen ne söyleyeceğimi soruyor. Benim baştan sona bildiğim bir tek şarkı var. ”O mio babbino caro”. Onu da müzisyen arkadaş bilmiyor. ”Eşliksiz söyle o zaman” diyorlar.

”Bakın diyorum. Benim küçücük bir sesim var. Ama kocaman bir hevesim var. Heyecandan sesim yine çatlayacak biliyorum. Affedin”. Başlıyorum söylemeye. Allah Allah! Rakının mucizesi bu herhalde! Bir billur gibi akıyor sesim. Ya da bana öyle geliyor. Bitiyor şarkım. Bir alkış kopuyor. Yıkılıyor etraf. Şaşkın şaşkın bakıyorum. ”Başka söyle diyorlar”. Başka yok ki! Bütün repertuarım bu kadar. Teşekkür ederim. Zaten bu alkışlar da sesime değil hevesime bence. Müzisyen müzikseverin halinden anlar. Sağolun!

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz