Yazarın Günlüğü

Yazar gözlemcidir. Etrafımızda olup biteni, içimizde değişenleri gözlemleriz. Başkalarının dikkatini çekmeyen ayrıntılara takılırız, bazen de başkalarının gördüklerini başka yere taşır zihnimiz. Sezgilerimizle karşılarız dünyayı. Birinin kaşı oynadığında, bakışı değiştiğinde, bedenini farklı taşımaya başladığında biz fark ederiz. Girdiğimiz bir ortamdaki gerginliği, huzuru sezeriz ilk olarak. Ayrıntıları yakalarız. Bizim dışımızda sürüp giden dünyada yakaladığımız bu ayrıntıları içimize aldığımızda da bizi nasıl değiştirdiğini gözlemleriz, farkında bile olmadan. Bir bardağın kenarındaki çatlak kimsenin dikkatini çekmezken, bizim içimizde o çatlak bardağın yarattığı his, bir anımızla buluşur, bir düşünce eklenir ve hepsi bir hikâyeyi şekillendirmeye başlar. Yazan bizler çok düşünürüz, derinden hissederiz hayatı ve çoğunlukla sezgi antenlerimiz sürekli açık dolaşırız. Bu bazen çok ağır gelir, yorucu olur. Yine de böyle yaşamanın kendine ait bir haz duygusu, bir keyifi vardır. Benim için günlük, sıradan, olağan ve zaman zaman monotonluğundan sıkıldığım yaşama renk katar bu yanım. Hayat sıradanlığından soyunur, heyecan, merak olur. Büyülü bir dünya oluşur. Paralel bir evren gibi, kimsenin göremediği benim hissettiğim bir dünyada yaşarım. Yine de ağır geldiği, kaotik olduğu anlar yaşatır.  O ayrıntılar dışarıdan aldığımız gibi kalmıyor içimizle buluştuğunda. Biz o ayrıntılara bir şeyler ekliyoruz, bir anı, bir düşünce, bir his ve dönüştürmeye başlıyoruz. Bize akan ve içimize aldığımız tüm bu duyusal ayrıntıları işlemek için içimizde başlayan ayrıştırma, birleştirme, düşünme, dönüştürme çalışmaları bir yerde sisteme fazla yük bindirebilir. Eklediğimiz her şeyi bir şekilde birbirine bağlıyoruz ve yavaş yavaş bir hikâye oluşmaya başlıyor. Hikâyeler dağınık bir şekilde yaşananları birleştirip bir anlam yaratıyor. Sadece yazarlar değil, hepimiz bunu doğal olarak yapıyoruz. Nedensellik arıyoruz, akış istiyoruz. Ama dediğim gibi dışarıdan gelen uyaranlar sıralı gelmiyor, hayat nasıl istiyorsa öyle geliyor. Biz de o gelen verileri zihnimizde kategorilere ayırıyoruz, dosyalıyoruz, ayıklıyoruz, birleştiriyoruz. İçsel bir kolaj gibi. Çoğunlukla bunu bilinçli bir şekilde yapmıyoruz. Otomatik işliyor. Zamanla orada burada, zihnimizin kıyısında köşesinde yarım yarım hikâyeler tamamlanmayı bekliyor. Bazen o hikâyeler birbirini tamamlayabiliyor ama bir süre sonra bunu göremiyoruz ve zihnimiz kalabalıklaşıyor, o hikâyeler unutuluyor. Çünkü onları yazmayı ihmal ediyoruz. Bazen de tamamlanmış bir hikâye göremediğimiz için onlara değer vermiyoruz. 

Dağınık bir evin ne kadar zor toplandığını çoğumuz biliyoruz. Koltukların üzerinde, yerde, orada burada bıraktığımız eşyalara bakıp toplamaya karar verdiğimiz ama sonra televizyonda bir programa bakmayı seçtiğimiz olmuştur. Yazmak da zihni toparlamayı sağlıyor. Ama o dağınık zihnimize girdiğimizde yazamıyorum demek daha kolay. Yazmaktansa birçok yazar bu noktada okumaya veriyor kendini. “Bu aralar yazmıyorum ama bol bol okuyorum” der bazen öğrencilerim. Bir yazar için okumak her ne kadar tartışılmaz bir değer taşısa da burada ben her zaman bir kaçış sezerim. Bizim yapamadığımızı başkası yapmıştır. Birisi o dağınık verileri alıp, sıralı bir şekilde, bir akışın içine yerleştirmiş, bir sona taşımış ve tamamlamıştır. Yazmış olsaydık yaşayacağımız tatmin duygusunu başkasının hikâyesi üzerinden yaşamış oluyoruz bu noktada. Okuduğumuz bizi tatmin eder ama yazar olarak başarısızlık duygumuzu arttırır. 

İşte bütün bunlar; bizi kışkırtan, uyaran yaşam ayrıntıları, onların birleşiminden oluşmuş sadece zihnimizde tuttuğumuz yarım hikâyelerin sancısı ve o sancıyı gidermek için okuduğumuz kitaplar yazmaya başlamamıza engel olmaya başlar. Nereden başlayacağımızı bilemeyiz. Dağınık bir evi toplamak isterken de bilemediğimiz gibi.

Bu noktada bir günlük tutmanın yazar için çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Belli bir zaman dilimine yayılmış günlük kayıtları bize her zaman başlayacak bir yer gösterir. Zihnimizde tutmaktansa, gördüklerimizi, hissettiklerimizi, duyduklarımızı, düşündüklerimizi günlüklere teslim etmeliyiz. Günlükler her gün yaşadığımız olayları kaydettiğimiz bir yer olmaktan çıksın. Günlükler, her gün zihnimize düşen, ruhumuza dokunan, dönüşmeye, bir hikâyeye bağlanmak isteyen her şeyi bizim için tutan, zihnimizin temiz ve berrak kalmasına destek olan bir yer olsun. Günlüğümüze kaydettiklerimizi belli aralıklarla önümüze alıp neyi neye bağlayabilirim, neden o gün buna dikkatimi vermiştim gibi sorularla aslında anlatmak istediğimizin ne olduğunu keşfetmemizi sağlasın. 

Evimin belli köşelerinde sepetlerim vardır. Akşam olduğunda dağınık duran her şeyi hızla o sepete atarım. Gereksiz, dağınıklık hissi veren her şey kalkar ortadan. Sonra ertesi gün, bazen de birkaç gün sonra o sepeti önüme alıp, yavaş yavaş ayıklarım içindekileri. Hangisi hangi odaya, odada nereye gidecek belirlerim. Başka sepetler, odaların kendine ait kutuları oluşur. Benim günlüğüm de o sepetler gibi. Hayatın içinden akarken zihnime attıklarımı her gün günlüğüme yazarım.  Sonra vakit bulduğumda, ya da ilham gelmediğinde günlüğü önüme alır ayıklarım. Bazen tek bir cümle beni hiç ummadığım bir hikâyeye taşır. 

Yazar olmak, kitap çıkarmak gibi hevesleriniz olmasa da bugün günlük tutmaya başlayın. Zihninizi her gün temizleyin. Zihninizdeki kalabalığı hafifletince, gününüz daha rahat geçer, işlerinizi daha kolay halledersiniz. Yazar olmak istiyorsanız da hikâyelerinize kolay ulaşırsınız. 

5 1 vote
Article Rating
Bildirim al
Bildir
3 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ufuk Ebru Döleneken
Member
06/07/2023 00:23

Teşekkür ediyorum öğretmenim. Sizin yazınızı dinlerken, bir yandan bir haftadır yazma niyetiyle elime almadığım günlüğümü aldım ve yazmaya başladım.

Çİğdem Aslan Çİnko
Active Member
23/04/2023 19:33

İlaç gibi bir yazı oldu bana❤️✨❤️ Yeşimcim, yüreğine sağlık!

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz