Yazıya Sığınmak

“Sonra düğmeyi tutan ipler çözüldü ve palto artık yeni değildi.”
-Yiyun Li (Where Reasons End)

Yazamıyorum. Elim kaleme kâğıda gitmiyor. Kendime geleyim, yazacağım… 

Son zamanlarda bu sözleri çok sık duyuyorum. Anlıyorum. Hamile kalmaya çalıştığım altı yıllık bir süreç vardı. İlk yıl art arda iki kez sekizinci haftada bebeklerin kalp sesleri gelmedi, yaşayamadan öldüler. Vücudumun onları doğal olarak atmasının daha sağlıklı olduğunu söyleyen doktorlar, bekleyelim, düşmeye başlayınca kürtaj yaparız dediler. İçimde ölü bebeklerle günler mi haftalar mı bekledim hatırlamıyorum. Sonra araya iki yıl girdi. Yine sekizinci hafta, yine duyulmayan kalp atışı, renkli doblerlerde görünen kesin yanıt, yine beklemeler. Sonraki yıllar iğneler, takviyeler, bedenimin bir makine gibi saatli takibi ile geçti. Sonu mutlu biten bir hikâye. 

O yıllarda yazmayı çok denedim. Aralarda yazdım. Genelde yazamadım. Bir romana başlamıştım. Tamamen kendi deneyimlerimi anlattığım, adına roman koyup kendimi anlatmaya iknâ etmeye çalıştığım bir hikayeydi. Tıkandı kaldı. Roman mı olsun, iç dökme mi olsun bilemedi. 

Genelde günlerim koltukta öylece oturarak geçiyordu. Son düşükten birkaç hafta sonra yine hep oturduğum o koltukta oturup pencereden bakıyordum. Dolmuş olmalıyım, kendimden sıkılmıştım belki de…bilmiyorum. Bilgisayara gidip bir şiir yazdım. Sonra duramadım. Şiir oldu mu olmadı mı umurumda değildi. Şiir gibi kısa, örtülü anlatımlarla dolu, duygularımı tamamen akıttığım, ritmi bana iyi gelen kısacık bir yazıydı. Günlerce yazdım. Yazdıkça nefes almaya başladım. Hafiflemeye başladım. Hafifleyince suçluluk duydum, suçluluğu yazdım, kızdım, onu yazdım. Bir daha da durmadım. Ne zaman çaresiz kaldım, ne zaman mutlu oldum, ne zaman kızdım…yazdım

’99 depremi oldu. Hamileydim. İki ay sonra doğurdum. Yazamadım, listeler yaptım, kümeler yaptım, çizdim, kalemimi susturmadım, çizdikçe kelimeler geldi, kelimeler geldikçe hikâyeler doğdu. Babam öldüğünde telefon ekranına sığdırdım yazıları, söyleyecek önemli şeylerim olduğunda mektuplar yazdım. Bazılarını gönderdim, bazıları bende saklı kaldı. Annem öldüğünde şiirler yazdım, anılarımızı yazdım. Anlamlandırmaya çalıştığım her yaşanmışlığı yazdım. Her şeyin anlamını bulamadım ama yazmak bana yaşadıklarımı taşıma gücü verdi. 

Birçok şeyin kontrolünün bizde olduğuna inanmak istiyoruz, öyle yaşıyoruz, kontrol edebilirsek güvende kalabileceğimize inanıyoruz. Ben hâlâ kontrol edemediklerimi edebildiklerimden ayırmaya çabalıyorum. Yazı benim pratiğim. Kendimle konuşuyorum, sorular soruyorum, yanıtlar veriyorum ve yazdıkça netleşiyorum, netleştikçe de yaşananları taşıma gücüm artıyor, yapabileceklerimi görebiliyorum. Hayat bildiği gibi geliyor çoğu zaman/her zaman. Geleni seçemiyorum, istemem bunu diyemiyorum. Ama yazarak onunla olmayı, içinden geçebilmeyi ve sonra yoluma devam ederken de onu taşıyabilmeyi şimdilik başarabiliyorum. Yazı bana güç veriyor. Sesimi duyuyorum. Benim sağlam bastığım toprak yazı.

Yazının iyileştirici gücü üzerine birçok araştırma, makale ve kitap okudum, bu konuda uzman hocalarla çalıştım. Öğrendiklerim bana bir de şunu gösterdi, bazen kendimizi yazamayacak kadar ağır bir deneyim yaşamışsak, kurgu yazarak, sembollerle, metaforlarla yazarak yaşanmış olay ile kendi aramıza mesafe koymak güvenli bir alan yaratıyor ve duygularımızı daha kolay ifade etmemizi sağlıyor. Daha sonra içimizdeki fırtınlar durulduğunda bir öykü, bir roman, bir makale yazacak mesafeyi yakalayabiliyoruz çoğu zaman.

Bugün için size ufak bir yazı çalışması bırakmak istiyorum. Belki denemek istersiniz. 

Bu çalışmayı yapmak için ister depremle ilgili isterseniz de başka bir yaşanmışlıkla ilgili duygularınızı düşünerek yazabilirsiniz.

Aşağıdaki sorulara kısa yanıtlar verin:

  1. Bu olaydan önce doğada bir şey olsaydınız ne olurdunuz?
  2. Bu olayı yaşarken ne oldunuz?
  3. Bugün doğada bir şey olsaydınız ne olurdunuz?
  4. Aslında ne olmak isterdiniz bugün?

Örnek:

  1. Bu olaydan önce sürekli rüzgâra yağmura maruz kalan bir bahçeydim. Arada güneş oluyordu ama ıslanan toprağı kurutmadan gidiyordu.
  2. Bu olayı yaşarken üstünde kalın bir buz tabakası olmuş, insanların düşmeden üzerinde yürüyebileceği bir göldüm.
  3. Bugün dumanı tüten bir yanardağım.
  4. Berrak bir bahar sabahı olmak isterdim. Serinliği üşütmeyen, güneşi baymayan, havası canlandıran. 

Şimdi bu metaforlardan ilerleyerek bir hikâye yazın. Bu bir çocuğa anlatacağınız hikâye gibi yazılabilir. Bir masal da olabilir. Yazarken hikâyeye isterseniz 1. İsterseniz de 2. maddeden başlayabilirsiniz. 2. maddeden başlarsanız, bir ara 1. maddedeki nesneyi de hikâyenin bir yerinde kullanmayı unutmayın. Hikâyenizi 4. maddeyle sonlandırın. 

Bu çalışmaya bir öykü yazma amacıyla yaklaşmayın. Bu öyle bir çalışma değil. Yazarken hissederek, yazdığınızın içinde kaybolarak yazmayı hedefleyin. 

Örnek:

Buz tutmuştu. Mevsimini şaşırmıştı. Her yıl buz tutardı, çocuklar coşar, patenler dolaplardan çıkarılır, anneler çocukları montlar, şapkalar, atkılar, eldivenlerle sarıp sarmalar, göle gönderirlerdi. Bilirlerdi gölün çocukları taşıyacağını, onların güvende olduklarını. Ama bunlar hep ocak ya da en geç şubatın ortasına kadar, birkaç haftalık kısa bir zaman diliminde olurdu. Bu sene buzlar erimeye başlamış, kuşlar kıyıda iyice incelen buzun bıraktığı sularda dolanıyordu. Bahar geliyordu. Martın ortasına geliyordu ve o sabah evden eve haber yayıldı, göl yine buz tutmuştu. 

Yazarsanız burada bizimle paylaşın isterim. Yazılarımızda buluşmuş oluruz.

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
3 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Elif A
Member
25/04/2023 00:17

Bir filin sığabileceği kadar küçük ahşap salıyla fırtınaya yakalandığında denizde ne kadar açıldığının farkında değildi. Gün batarken bulutlara vuran kızıllığa, turuculuğa, sarılığa dalmıştı. Beyaz bulutların griye dönmesine, bir araya gelip büyü- büyü- büyümesine aldırmamıştı. Şehir yaşamında gökyüzünde yıldızları saymaya alışık değildi. O geceyi de yıldızsız görmesine takılmamıştı. Rüzgarın sağa sola vurduğu salında beşikteki bir bebek gibi uykuya çok çabuk dalmıştı. Burnunun ucuna bir damla yağmur düştüğünde elinin tersiyle burnunu silip uykuya geri dönmüştü. Gökgürültüsü rüyasında gördüğü aslanın kükremesiyle karışınca uyanmıştı. Deniz, rüzgarla bir tükürüklerini saçtığında, daha da öfkelenip sala tokatlarını savurduğunda salının en kalın tahtasına, yelken direğine sarındı. Direk, yırtılacak… Devamını oku »

Çİğdem Aslan Çİnko
Active Member
26/02/2023 16:42

Yeşimcim, rahmin hem yaşamı oluşturan hem de mezar olan yanını hissettirdiğin için teşekkürler.
Sana ve yazıya hangi ipimle tutunduğumu anladım şimdi…
İyi ki varsın❤️

Gün :
Saat :
Dakika :
Sn

Hoşgeldin !
Seni Tekrar Aramızda Görmek İstiyoruz

Yazarlar Kulübü
Seni Bekliyor

✎Bize ulaşabilirsiniz