Yazmak Üzerine

Yazmaya ne zaman başladım hatırlamıyorum. Okuma yazma öğrendiğimiz günden beri hepimiz yazıyoruz elbette. Okulda not aldık, ödev yazdık, sınavlarda yazdık. Okul hayatı bitti. Sonra iş hayatında yazdık. Toplantı notu yazdık, mail yazdık, rapor yazdık, sunum yazdık. Bütün bunlar hayatımızdan çıktıktan sonra yazmakla ilgili işimiz bitti mi peki? Bitmiyor işte, yazmak o değil.

Yazmak galiba insana özgü, bir tür içgüdü, yaradılıştan gelen bir şey. Öyle bir içgüdü ki yaşadığı mağaranın duvarına bir takım şekiller yapan insandan bu yana, yaşadığını kanıtlamak ister gibi, dünyaya bir imza atar gibi, kendinden sonra gelene not bırakır gibi, bugüne kadar yaşamış olan herkes bir şeyler yazmış. Mektup yazanlar var, duygularını şiire dökenler var. Gezip gördüğü yerleri uzun uzun anlatan her detayını sanki resmini yaparmış gibi sözcüklerle çizen, oradaki insanların nasıl yaşadığını anlatan ve ardında şahane seyahatnameler bırakanlar var. Yazıldığı zaman çok fark edilmese bile, önemli olayları çok yakından görüp kayda geçiren, yıllar sonra herkesin öğrenmesini sağlayan o kıymetli günlükleri tutanlar var. Olan biteni diğerlerine anlatmak için yaşadığı yerde gazete çıkaranlar, hiç bir şey yapamasa da geçtiği sokakta duvara iki mısra ya da tek cümleyle hayatı özetleyen gizli yazarlar var. Hepsi bizim yani şimdi yazanların ortak atası. Bize de aktarmışlar işte o yazma dürtüsünü. Ben de o yüzden yazıyorum galiba. Çünkü yazmam gerek.

Ne cep telefonu ne de bilgisayar klavyesi kesmiyor bu dürtüyü. Muhtelif sohbet uygulamalarında, birbirimize güzel sözler, iyi dilekler, hoşumuza giden aforizmalar ilettiğimiz o minicik metin kutuları ile gidermeye çalışıyoruz yazma dürtümüzü. Sosyal medyada kendimizi göstermek, coşan duygularımızı herkese duyurmak için yazdığımız cümleler bile yetmiyor ama. Daha çok yazmalıyız, uzun uzun anlatmalıyız. İçimizden taşan sözcükleri pıtır pıtır dökmeliyiz. O yüzden değil mi son on-on beş yıldır bütün kitapçılarda çeşit çeşit defterler türedi. Eskiden sadece okulların açıldığı dönemde, o da öğretmenlerin tariflerine uygun şekilde üç ortalı beş ortalı harita metot defterleri satılırdı kırtasiyelerde. Şimdiyse, yılın her döneminde kitapçılarda, kırtasiyelerde ve diğer başka dükkanlarda çeşit çeşit defterler görür olduk. Renkli kapaklı, cicili bicili, kimi ciltli kimi telli defterler, bazıları sert plastik bazıları karton kapaklı, bazısı çizgili bazısı düz yapraklı, her boyda defter satılıyor artık. ‘Yazmak için bir milyon sebep’ diye cümleler var kiminin kapağında. ‘Hayatına temiz bir sayfa açmak isteyenler için’ satılanlar var. Kim alıyor bunları? Okul çağındaki kızlar hatıra defteri yapıyor olabilir, işyerinde toplantı odalarına taşımak üzere ofis çalışanları alıyor olabilir, doğru. Ama bazısı sadece kendine alıyor. Öyle ya da böyle, herkes bir şeyler yazmak için alıyor o defterleri. Bir istatistik tutulsaydı, defter satışlarının son dönemde ne kadar arttığı görülürdü. Bununla birlikte eline kalem alıp yazan insanların da aynı dönemde arttığı tespit edilirdi. Peki o defterlere ne yazıyor insanlar? Ben de onlardan biriyim işte. Ne yazıyorum ben? Nereden ilham alıyorum? Yazmam gerektiğini hissettiğimde ne yazacağımı bilerek mi oturuyorum defterin başına? Bazen evet, bazen de hayır, ne yazacağımı bilmiyorum. Sadece yazmak istiyorum.

Dikkat edince, defterle kalemle ve yazmakla ilgilenenler arasında kadınlar çoğunlukta sanki. Belki de Y kromozomunda yeri yok bu yazma dürtüsünün. Yazmakla ilgili durdurulamaz istek işte o yüzden kadınlarda daha fazla. Peki neden olabilir? Neden kadınlar? Dişil enerjinin yaratıcılıkla ilgili olduğunu biliyoruz. Yazarak bir şeyler üretiliyor. Ama ne onlar? Belki de söyleyecek çok sözleri var da dinleyen yok. Onlar da yazıyor işte bunları. Kime yazıyor? Kimse dinlemiyorsa kendine mi yazıyor? Peki okunsun diye mi yazıyor, yoksa amaç sadece yazmak mı?

Bana da çok soruyorlar ‘ne yazıyorsun o kadar’ diye. Yazmakla ilgili kafa yormaya başladığımdan beri ben de bu soruya cevap arıyorum. Başkaları neden yazıyor acaba diye düşünüyorum. Kendi cevabımı henüz bulamadım. Bu soruya cevap verebilenler genelde yazarlar oluyor. O yüzden yazarlarla yapılan röportajları okuyor, söyleşileri dinliyorum. Neden yazıyorsunuz sorusuna verilen farklı cevaplar içinden kendime uygun olanı bulmaya çalışıyorum. Bugüne kadar okuduklarım arasından bana en yakın hissettiren cevap ‘kendi sesimi duymak için yazıyorum’ diyordu. İnsan kendi sesini ne zaman duyar ki diye düşündüm hemen. Peki ya kendi sesimi duymak bana iyi gelecek mi? Belki de çizgiyi aşıyor ve risk alıyorum. Duyacaklarım duymak istediklerim olmayabilir. Duyacaklarım hiç beklemediğim şeyler olabilir. Kendi sesimi beğenmeyebilirim. Belki de kendimi çok şaşırtacağımdır. Kendi sesimi tanıyor muyum acaba? Daha önce hiç sesimi duydum mu? Duymak için dinlemek gerektiği kesin, belki de kendi sesimi duymuş fakat tanımamışımdır. Günlük koşuşturmanın içinde araya kaynamış gitmiştir. Kimin bu ses diye düşünmemişimdir bile. Peki başkalarına bir şeyler anlatırken kendimi dinlemiş miyimdir? Hem neden kendi sesimi duymak için yazmam gereksin ki? Kendime söyleyecek sözüm vardıysa bugüne kadar hiç söylememiş olabilir miyim? Belki de daha kötüsüdür. Kendime söylediklerimi dinlememiş olabilir miyim?

Durup kendi sesimi dinlemek için illa yazmam mı gerekiyor gerçekten?

Ocak 2023

 

0 0 votes
Article Rating
Bildirim al
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
✎Bize ulaşabilirsiniz